: Health,Psychology,Sağlık Blog-: Eylül 2008
17.09.2008

ŞİŞMANLIK

0 yorum


Önemli Bir Sağlık Sorunu: Şişmanlık. Şişmanlık son dönemlerde ortaya çıkmış bir sorun değildir. Örneğin, Avrupa'nın pek çok bölgesinde, günümüzden 25.000 yıl öncesi döneme rastlayan Paleolitik Dönem'e ait "şişman kadın" kalıntıları bulunmuştur. Buna ek olarak, Greko-Romen dönemlerine ait "şişmanlığın klinik boyutu" ile ilişkili belgelere rastlanmıştır. On dokuzuncu yüzyılda şişman kişilerde enerji alımı/harcanması ile ilgili küçük çaplı çalışmalar yapılmıştır. Yağın hücrelerde depolandığı bilgisi bu dönemde ortaya atılmıştır. Ayrıca, ulaşılabilen ilk "diyet kitabı" yine bu dönemlerde yazılmıştır. Şişmanlık sorunu küreselleşmenin etkisi ile, toplumların beslenme alışkanlıklarında oluşan değişimlere paralel olarak artış göstermektedir.Özellikle gelişmekte olan ülkelerde "beslenme alanında geçiş dönemi" olarak tanımlanan süreç, fazla kilolu ya da şişmanlık boyutunun artmasında rol oynamaktadır. Bu süreç, kentleşmede yaşanan olumsuz koşullar, demografik ve epidemiolojik değişim, enfeksiyon hastalıklarının sıklığında azalma, beklenen yaşam sürelerinde uzama, kronik hastalıkların görülme sıklığında artış gibi pek çok sosyal, kültürel, ekonomik ve sağlık koşullarından etkilenmektedir. 2000 yıl önce Hipokrat ilk kez obezitenin sağlığa olumsuz etkilerini ortaya koymuş olsa da gerçeğin anlaşılması ancak 20. Yüzyılın sonlarında gerçekleşti. Bugün artık obezite, fizyolojik, psikolojik, hormonal, metabolik, organik, sistemik, estetik ve sosyal etkileriyle yaşam kalitesini ve süresini olumsuz yönde etkileyen bir hastalık olarak kabul edilmektedir.


“Kilo fazlalığı ile şişmanlık aynı şey değil. Şişmanlık, yağ dokusu artışına bağlı olarak gerçekleşiyor. Kilo fazlalığı ise, yağ dokusu artışı olmaksızın vücut ağırlığının ideal değerlerin üzerinde olması. Her ikisinin de çaresi var.”


ŞİŞMAMLIK NEDİR?

Obezite ya da halk arasında bilinen adıyla şişmanlık nedir? Kilonun fazla olması mıdır, yoksa biraz topluca olmak yada göbekli olmak mıdır? Listeyi daha uzatmak mümkün, ancak hiç birimizin aklına kolay kolay gelmeyen, belki de gelmesini istemediğimiz tek bir cevabı var bu sorunun: Obezite, vücutta fazla miktarda yağ birikmesi sonucu ortaya çıkan ve mutlaka tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır!
Erkek obasitesi karın bölgesinde yağ kitlesinin artması, bayan obasitesi ise guluteal bölgede (kalça etrafı) yağ kitlesinin artması şeklindedir. Obasite ve kilo fazlalığı genelde; genetik yapıyla, damak zevkine göre yemek yeme alışkanlığıyla,ve hareketsizliğe bağlı olarak gelişir.


“Fransa'da obeziteye bağlı sağlık sorunları nedeniyle harcamalar yılda 8.7 milyar frank olarak belirlenmiş. Bu toplam sağlık harcamalarının %2'si.”

ŞİŞMANLIK NASIL OLUŞUR, KİMLERE ŞİŞMAN DENİR?
Ağırlığı, normal ağırlıktan yüzde on [% 10] dan fazla olan kimseye şişman denir. (Buda 27kg/m2 den büyük BKİ ne tekabül eder.) Aşırı obasite; İdaal kilonun 45 kg üzerinde olan kimseler (yaklaşık vücut ağırlığının %60 fazlası) aşırı obezdirler.Bu kimselerde hastanın kendine olan öz güveni azalmış olup, işgücü kaybı ve vücut aktiviteleri de engellenmektedir

Günlük besinlerle alınan kalori ile, hem bazal metabolizma, hem de yiyecek metabolizması ve enerji harcaması için gereken ihtiyaç karşılanmaktadır. Gereksinimin fazlası kalorilerin çoğu yağ, bir kısmı da glikojen olarak depolanır. Yağ enerji depolanmasının en etkin formudur

Son yıllarda insanların en büyük problemlerinden şişmanlık, gelişen teknoloji, insanları hızlı ve yağlı yemek yemeye ittiği için şişmanlık büyük bir sorun olarak karşımıza çıkmaya başladı. Şişmanlığı bir hastalık olarak kabul edip, zararlarını bilirsek, şişmanlığı önlemek ve tedavi etmek de o kadar kolay olur



“Araştırmalara göre dünya nüfusunun altıda biri şişman.”


DÜNYADA ŞİŞMANLIK

Şişmanlık, vücuttaki yağ miktarının artması ile tanımlanan, gerek oluşum nedenleri, gerekse oluşturduğu komplikasyonlar ve zemin hazırladığı hastalıklar nedeniyle önemli bir sağlık sorunu olarak kabul edilmektedir. Şişmanlık orta yaşın bir sorunu olarak görülmekte ise de yaşamın her döneminde kişinin karşılaşacağı bir sorun olarak kabul edilmelidir.
Dünya genelinde yaklaşık 250 milyon kişinin şişman olduğu bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2025 yılında bu sayının 300 milyona ulaşacağını belirtmektedir. 38 ülkede 150.000 kadın üzerinde yapılan bir araştırmada şişmanlık oranının Güney Asya ülkelerinde %0.1, Afrika'da %2.5, Latin Amerika'da %10, Orta Doğu'da %20 olduğu saptanmıştır. Şişmanlık, yalnızca gelişmiş ülkelerin bir sorunu olarak kabul edilmemekte; daha önce de söz edildiği gibi küreselleşmenin olumsuz etkisiyle gelişmekte olan ülkelerde de bir sorun olarak dikkat çekmektedir. Halen ABD’nde yaşayanların %50'den fazlasının fazla kilolu; %20'sinin ise şişman olduğu vurgulanmaktadır. Amerika'da 97 milyon kişi fazla kilolarından şikayetçi. Şişmanlar örneğin New Orleans eyaletinde nüfusun %37.5'unu oluşturmaktadır. Avrupa'da şişmanlık prevalansı konusunda yapılmış en kapsamlı çalışma, 1989 yılında yayınlanan DSÖ-MONICA (WHO-Monitoring Trends Anddeterminants in Cardiovascular Diseases) çalışmasıdır. Bu çalışma kapsamında incelenen 48 ülke, Afrika, Amerika, Güney-Doğu Asya, Avrupa, Doğu Akdeniz, Batı Pasifik bölgeleri olmak üzere altı başlıkta incelenmiştir. Bu çalışmaya göre, erkeklerde 48 ülkeden yalnızca birinde; kadınlarda ise ülkelerin tümünde 35-64 yaş grubunun %50.0-75.'inin beden kitle indeksi (BKİ) 25 kg/m2 ve üzerindedir. Son tahminler Avrupa'da yetişkin nüfusun yüzde 15'inin şişman olduğunu gösteriyor. Avrupa'da bazı bölgelerde obezite oranı yüzde 40-50'ye çıkarken, ülke ortalamaları yüzde 5-22 arasında değişiyor.



“Yapılan araştırmalara göre ülkemizde her dört kişiden biri şişman.”




TÜRKİYEDE ŞİŞMANLIK


1965 ve 1971 yılları arasında yapılan istatistiğe göre Bursa, Bornova ve İstanbul’un çeşitli yerlerindeki 5000 kişi içinden şişmanlık oranını ortalaması yüzde 28’dir. Yani, kadın ve erkek toplamı yüzde 28. Bugünlerde ise taramalarda görülen %36-40, hatta Gaziantep ve Konya’da yüzde 61 oranında şişmanlık var. Günümüzde, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de yetişkin nüfusu oluşturan kadınların yaklaşık %65'inde; erkeklerin ise %39'unda hafif ve orta derecede şişmanlık sorunu olduğu tahmin edilmektedir. 1998 yılında yapılmış olan Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması'na göre, kadınların %52.2'sinin BKİ'si 25.0'in üzerinde; %18.8'inin BKİ değeri ise 30 ve üzerinde bulunmuştur. Şişmanlık ile ilgili Türkiye'de yapılmış olan pek çok bölgesel çalışma bulunmaktadır. Örneğin, İzmir'de 18 yaş ve üzeri kadınlarda yapılan bir çalışmada şişmanlık prevalansı %51 olarak hesaplanmıştır. Elazığ ilinde yapılan bir başka çalışmaya göre, il düzeyinde obezite prevalansı %7.9 olarak bulunmuştur.Ankara Gülveren Sağlık Ocağı Bölgesi'nde yapılan kesitsel tipte epidemiolojik bir çalışmaya göre, şişmanlık prevalansı kadınlar için %84.8; erkekler için ise %54.1 olarak bulunmuştur. Yine, "Ankara'da Or-An 75. Yıl Sağlık Ocağı Bölgesi'nde Bulunan İlköğretim Okullarındaki Öğretmenlerde Bazı Kronik Hastalıklarla İlgili Risk Faktörlerinin Saptanması" araştırmasında öğretmenlerin %33.9'unun BKİ'si 25.0 kg/m2'nin üzerinde bulunmuştur. Trabzon'da 3000 kişi üzerinde yürütülen bir çalışmada, BKİ değerinin 25'in üzerinde olma boyutu %60.6; 30'un üzerinde olma sıklığı ise %19.2 olarak hesaplanmıştır. Yapılan araştırmalara göre, şişman kişilerin üçte ikisinin bir "şişman" ebeveyni olduğunu ortaya koymuştur. Eğer ebeveynlerin her ikisi de şişman ise, çocuklarının şişman olma olasılığı %90.0 olarak saptanmıştır.
Bunu nazari itibara alarak Dünya Sağlık Teşkilatı, şişmanlığı bir sağlık problemi ve sağlığı etkileyen en büyük problem olarak kabul edip, 1977’de obeziteden ve obezitenin tedavisi konusunda bir rapor yayınlandı. Bu raporda, 24 Avrupa ülkesi, ki içerisinde biz de varız, Milano Deklarasyonu’nu yayınladılar. Bu deklarasyonla bütün ülkelerde, bu Avrupa ülkelerindeki şahısların, şişmanların korunması, hakları, çocukların çocukluk çağından itibaren şişmanlıktan korunması için alınması gereken önlemler ile okul çağında, oyun çağında, iş çağındaki çocuklara ne gibi önlemler alınması, ne gibi eğitim verilmesi gerektiği görüşülmüştür.






“Şişmanlık, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre küresel ve kronik bir sağlık sorunudur.”




ŞİŞMANLIK NEDENLERİ NELERDİR?

Şişmanlık uzun süren bir enerji dengesizliği sonucudur. Bunun belli başlı nedenleri:
1. Fazla yeme,
2. Fiziksel hareketlerin azlığı,
3. Psikolojik bozukluklar,
4. Metabolik ve hormonal bozukluklardır. 5. Dengesiz ve yanlış beslenme
Şişmanlığın nedenleri araştırıldığı zaman bugün çeşitli faktörlerin şişmanlığı meydana getirdiği ortaya konmuş. Bu faktörlerden en önemlisi, fazla yemedir. Birçok kimse yedikleri ve harcadıkları hakkında gerçek bilgiye sahip değildir. Bazıları, fiziksel hareketler için harcanan enerji konusunda da bilgisizdir. Hareket ediyorum diye fazla yemek, bazen farkında olmadan şişmanlığa yol açabilir. Yapılan araştırmalar şişmanlığın kalıtımsal olduğunu belirtmektedir. Normal anne babanın çocukları arasında şişmanlık sıklığı % 8-9 iken, anne-babadan birinin şişman oluşunda çocuklardaki şişmanlık sıklığının % 40'a , her ikisinin de şişman oluşunda %80'e çıktığı belirtilmiştir. Yalnız, bu durumun kalıtımsal bir değişkenlikten çok, ailenin beslenme alışkanlığından ileri geldiği sanılmaktadır. Genellikle evde pişirilen yemeklerin enerji değerinin yüksek oluşu, ailenin bütün bireylerinin fazla enerji tüketmesine yol açmaktadır.
Genellikle hareketsiz kimseler, hareketli olanlar kadar yemektedirler. Bu durumda, hareketsiz olanların enerji dengesi artı bir durum almaktadır. Ağır işte çalışanlar arasında şişman kimselere çok az rastlanmasına karşılık, oturarak iş gören memurlar ve ev kadınlarında şişmanlığın sık görülmesi, fiziksel hareketlerin, vücut ağırlığı üzerine etkisini açık olarak göstermektedir.
Bazı kişiler, üzüntü, sıkıntı ve güvensizliklerini örtmek için fazla yerler. Bunun tersi de olabilir. Psikolojik bozukluklar, bazen fazla yemeye, bazen de az yemeye neden olarak görülebilir.
Şişmanlıkta bazı kimselerde zayıflama diyetlerine karşı görülen direnç, hormonal ve metabolik nedenlere dayanmaktadır. Bu tür şişmanlık toplumdaki şişmanlık oranlarının çok küçük bir bölümünü kapsar. Bazı hormonlar, bazal metabolizma hızını etkiler. Hormonal nedenle bazal metabolizmanın yavaş oluşu, enerji harcamasını azaltarak alınan besin öğelerinin bir kısmının depolanmasına yol açabilir. Bu kimseler hareketsiz olduklarında şişmanlık daha da artabilir.
Şişmanlığa neden olan etmenler arasında beslenme alışkanlığının hazır yiyecek türüne kayması ve ayak üstü yenilen tost, sandviç, hamburger, pizza, patates kızartması vb. (fast-food) yiyeceklerin fazla tüketilmesinin etkisi önemlidir. Alkol tüketimindeki artışta en önemli nedenlerden biri olarak sayılabilir.

“Şişmanlık beyin kanaması riskini artırıyor.”

ŞİŞMANLIĞIN ZARARLARI
Hollandalı bilim adamları, 40 yaşlarında fazla kilolu olmanın ömrü üç yıl kısalttığını belirterek, fazla kiloların vücuda verdiği zararın sigara içmeye eşdeğer olduğunu söylüyor.
Yaklaşık 3500 kişinin, 1948-1990 yılları arasındaki sağlık kayıtlarını inceleyen doktorlar, sigara içmeyen ancak fazla kilosu olanların yaşam süresinin, kilo fazlası olmayanlara göre üç yıl daha kısa olduğunu ifade ediyor.
Obez olarak nitelendirilen çok kilolu insanların ortalama yaşam süresi ise kadınlarda 7.1 yıl, erkeklerde ise 5.8 yıl kısalıyor.

Aynı araştırma, hem sigara içen hem de fazla kiloları olanların durumunun çok daha ciddi olduğunu gösteriyor. Obez ve sigara içen kadınlar, normal kilolu ve sigara içmeyen kadınlardan 13.3 yıl daha az yaşarken, sigara içen obez erkeklerde de yaşam süresi 13.7 yıl kısalıyor.

‘‘Araştırma sonuçları, fazla kiloların verdiği zararı gösteriyor’’ diyen doktorlar, fazla kilosu olanlara zayıflamak için bir an önce harekete geçmelerini öneriyor.

“Obezite önlenebilir ölüm nedenleri arasında ikinci, tüm ölüm nedenleri arasında ise 7. sırada yer almakta.”



ŞİŞMANLIĞIN RUH SAĞLIĞINA ZARARLARI

Şişmanların bir kısmı ne kadar neşeli gözükse de şişmanlığın açtığı psikolojik yaralar çok fazladır. Giyinme konusunda problemler yaşarlar, kendilerine uygun elbise bulmada güçlük çekerler, mayo giyme korkusu yüzünden denize veya havuza giremezler, veya tenha yerleri tercih ederler.

Karşı cins tarafından beğenilmeme korkusu, kendilerine olan güveni yok eder. İstedikleri gibi doğal davranamazlar, buda ilişkileri bozar.

Kendilerine güvensizlik günlük hayatta ve iş hayatında da kendini gösterir, buda şişmanları başarısızlığa ve yalnızlığa iter.

Yaşamdaki hedef kendine daha iyi olanaklar sağlamak ve mutlu olmaktır. Mutlu olmanın en büyük şartı RUH ve VÜCUT sağlığıdır.

----O---- “ŞİŞMANLIK, SİGARA KADAR ZARARLI” ----O----


ŞİŞMANLIĞIN SEBEP OLDUĞU HASTALIKLAR
Vücuttaki yağ miktarına ve dağılımına bağlı olarak pek çok hastalık kişinin sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Şişmanlık, damar sertliği, kan kolestrol düzeyinin artması, selüloit, ağırlık artışına bağlı eklemlerde harabiyet oluşmasına neden olur. Kalp hastalıkları, yüksek tansiyon, şeker hastalığı, yüksek kolesterol, solunum rahatsızlıkları, eklem hastalıkları, adet düzensizlikleri, kısırlık, iktidarsızlık, safra kesesi hastalıkları, taş oluşumu, meme, prostat, kolon, endometriyum gibi pek çok kanser türleri, tip II diyabet, osteoartrit, obezite ile doğrudan ilişkili hastalıklardan birkaçıdır.
Obezite, insan vücudunda kalp ve damar sistemi, solunum sistemi, hormonal sistem, sindirim sistemi gibi sistemleri etkileyen ve birçok önemli rahatsızlığa zemin hazırlayan bir hastalıktır.
Doll ve Peto'nun 1981 yılında yapmış oldukları bir çalışmaya göre, ABD’de tespit edilmiş tüm kanserlerin %35'inin altında diyete bağlı etmenler yatmaktadır. Aynı şekilde Wynder ve Gori, erkeklerde görülen kanserlerin %40'ının nedenleri arasında diyete bağlı etmenlerin rol oynadığını; bu rakamın kadınlar için ise %60 dolayında olduğunu belirtmişlerdir. Willett, adolesan dönemde vücut ağırlığı ve enerji dengesinin pozitif yönde artışının meme ve kolon kanseri açısından bir risk etmeni olduğunu ortaya koymuştur. En önemli jinekolojik kanser tiplerinden birisi olan over kanserlerinin risk etmenlerini saptamak için yapılmış olan bir olgu kontrol çalışmasının sonuçlarına göre, vücut ağırlığı yüksek olan kadınlarda, over kanseri gelişme riski normal olanlara göre daha yüksek bulunmuştur. Goodman ve arkadaşlarının aynı konuda Hawaii’de yapmış oldukları toplum tabanlı bir çalışmaya göre, endometriyal kanser ile vücut yapısı ve ağırlığı arasında bir ilişki saptanmıştır. Fazla enerji alımı ve fiziksel etkinlik azlığında, 170 endometriyal kanser gelişme riskinde artış saptanmıştır. Bu çalışmanın sonuçlarına dayanarak, kadınların vücut ağırlıklarını istenilen düzeyde tutmaları, hayvansal yağlardan ve karbonhidratlı besinlerden uzak durmaları; bitkisel kaynaklı besin tüketimini artırmaları önerilmektedir.

OBASİTENİN MUHTEMEL KOMPLİKASYONLARI:
►Hipertansiyon
►Hipertrigliseritemi
►HDL kollesterolünün düşüklüğü
►Koroner arter hastalığı
►Tip 2 diabet
►Safrataşı oluşumu (kolelitiazis) zayıf kişilerde obeslere oranla 6 kat daha fazladır.
►İleri derecede obes kişilerde dejeneratif eklem hastalıkları(osteoartritis) daha sık oluşur.
►Eklemlerde yıpranma , ve aşınmaya sebebiyeti artırıp, disk hernisi (bel fıtığı) riskini arttırmaktadır.
►Kadınlarda endometrium kanser riskini arttırır.
►Aşırı obezlerde ani ölüm oranı 10 kat daha fazladır.
►Pickwikian sendromu( uyku esnasında kısa süreli solunumun durması, devamlı bir uyku hali, polistemi sağ kalp yetmezliği ile karakterize sendrom.)
►Tromboembolizm.
ANOREKSİA NEVROZA:
Bu tür yeme bozukluğu, psikolojik kökenli bir hastalık olup zayıflamayı takıntı (obsesyon) haline getiren genç kadınlarda daha fazla ortaya çıkar. Kilo alma korkusu var olup, diyetlerini aşırı derecede sınırladıkları için, ileri derecede zayıf olmaları halinde bile kendilerini şişman olarak görürler. Bazıları yemekten sonra kusmaya çalıştığından aynı zamanda bulimiktirler. Vücuttaki GnRH hormonunun düşük miktarda salınımı (Buna bağlı olarak LH ve FSH hormonu salınımı azalır) sonucu ortaya çıkan amenore (Adet görememe), hastalığın bir tanısal özelliği olacak kadar yaygındır.

Diğer yaygın bulgular:
►Troid hormon salınımında azalmaya bağlı soğuğa hassasiyet.
►Hipotermi (vücut sıcaklığında düşme)
►Bradikardi (kalp dakika atım sayısının normalin altında olması)
►Konstipasyon (kabızlık)
►Deri ve saç değişiklikleri
Anoreksia nevrozanın en önemli komplikasyonu; büyük olasılıkla ölüme yol açan hipokalemi (kan K+ miktarında azalma) sonucu kardiak aritmiye (kalp ritim düzensizliği) yatkınlığı arttırmasıdır.

BULİMİA NEVROZA:
Psikolojik kökenli bir hastalıktır. Anormal yeme alışkanlığı ile kendini belli eder. Aynı zaman dilimi içerisinde aynı şartlarda çoğu insanın yiyeceğinden daha fazla yeme alışkanlığı vardır. Bu dönemde hasta yeme kontrolünü kaybeder yeme olayını durduramaz, ve daha sonra kilo almayı önlemek için uygunsuz davranışlar gösterir. ( Hasta kusar, laksatif ve diüretik ilaçlar alıp, lavman yaparak yediği yiyecekleri çıkarır) Aç kalırlar, ya da aşırı egzersiz yaparlar. Yeme ya da uygunsuz davranışlar 3 ayda bir en az 2 kez tekrarlanır. Hastalar hemen hemen normal boy kilo oranını korurlar, bununla birlikte, adet düzensizlikleri sıktır.
Kusmaya bağlı olarak bazı komplikasyonlar meydana gelmektedir:
►Kalpte ritim düzensizliğine yol açan elektrolit düzensizliği.(hipokalemi)
►Mide içeriğinin akciğerlere aspirasyonu.(kaçması)
►Ösofagus (yemek borusu) ve mide yırtılması.

ŞİŞMANLIĞIN ÖNLENMESİ VE TEDAVİSİ
Genellikle şişmanlamak çok kolay bunun yanı sıra zayıflamak oldukça zordur. Bu nedenle şişmanlığın tedavisinden önce, önlenmesi daha doğrudur. Şişmanlığın önlenmesinde en önemli kural, küçük yaşlardan itibaren enerji dengesine uygun bir beslenme alışkanlığının kazandırılmasıdır. Çocukluktan itibaren fazla yağlı, şekerli ve sadece kalori veren; vitamini, proteini düşük besinlerin tüketilmemesine dikkat edilmelidir. Dört besin grubundan her öğünde dengeli bir şekilde beslenme sağlanmalıdır. Çocuklukta alınan kiloları ileride vermek çok zordur ve şişmanlığın zararlı etkileri bu yaşlardan itibaren başlamaktadır. Bu nedenle halk arasında bilindiği gibi "şişman çocuk, sağlıklı çocuk" demek değildir. Gereğinden fazla yağ dokusu, kalori deposudur. Yiyecek ve içeceklerle alınan kaloriyi sınırlayarak bu depoyu kullanmak mümkündür. Bu nedenle zayıflamak isteyen kişinin;
1. Harcadığından daha az kalori alması gerekir.
2. Kişinin yediği besinler protein, vitamin ve mineraller bakımından yeterli olmalıdır.
3. Doyurucu ve bireyin beslenme alışkanlığına uygun besinler seçilmelidir.
4. Diyetle birlikte beden hareketleri arttırılmalıdır.
Hızlı zayıflayan kişi verdiği kiloları çok kısa sürede geri alır. Bu nedenle haftada 0.5- 1 kg veya ayda 4 kg. zayıflamak en uygunudur. Şişman olan kişinin yiyeceği besinler seçilirken öncelikle, şeker, tatlı, pilav, makarna , börek gibi yiyeceklerle , yemeklere eklenen yağlar azaltılmalıdır. Böylece diyetin protein, vitamin ve minerallerini değiştirmeden kalorisi azaltılmış olur. Doygunluk vermesi için kalori değeri düşük sebzeler ve meyveler sık kullanılabilir. Özellikle yemeklerden önce bir parça sebze ve meyve açlığı biraz olsun gidererek fazla yemek yemeyi önler. Kepekli ekmek ve kuru baklagiller tokluk verdiklerinden şişman kişilere önerilmelidir. Etli yemeklere yağ konmamalı, yemekler yağda kızartılmamalıdır. Günde en az 2 litre su içilmelidir, fakat su yemek sırasında içilmemelidir. Kişilerin şişman olmalarını engellemek için temel önlemler çok önemlidir. Örneğin, kişilerin yeterli ve dengeli beslenme konusundaki bilgi ve bilinç düzeylerinin artırılması, beslenme alışkanlıklarının olumsuz etkilendiği durumlardan kaçınma becerilerinin geliştirilmesi, yemek yeme alışkanlıklarının düzenli ve dengeli hale getirilmesi, abur-cubur olarak nitelendirilen besinlerin tüketilmemesi gibi pek çok olumlu beslenme davranışı doğumdan itibaren planlı ve programlı bir şekilde kazandırılmaya çalışılmalıdır. Bu tür yaklaşımların toplumsal düzeyde, ülke politikalarına yansıtılmış olması programların başarılı olabilmesi için çok önemlidir. Sağlığın her alanında olduğu gibi beslenme konusunda da koruyucu önlemler tedavi hizmetlerine göre çok daha kolay uygulanabilir ve ucuzdur. Dünyanın pek çok bölgesinde konu ile ilgili konu ile ilgili sağlığı geliştirme ve eğitimi çalışmalarına hız verilmiştir. Ancak bu yaklaşımlar toplumlar arasında farklılık göstermektedir. Örneğin, ABD'de yapılan bir çalışmada şişmanlığın önlenmesine yönelik besinlerin yapılarının ve ücretlerinin değiştirilmesi çalışmalarının, sağlık eğitimi çalışmalarından daha öncelikli olacağı üzerinde durulmuştur. Bu etkinlikleri toplumsal düzeyde uygulamak ne yazık ki çok kolay değildir. Bu nedenle, şişmanlık oluştuktan sonra gereken pek çok girişim de özellikle şişmanlığın neden olduğu hastalıkların önlenebilmesi açısından önem kazanmaktadır. Şişmanlık ile mücadelede tedavi yöntemleri olarak diyet tedavisi, fiziksel etkinliğin artırılması, davranış değişikliği tedavisi, gerekli durumlarda ilaç tedavisi ve cerrahi tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Özellikle ilk üçünün birlikte uygulanması tedavinin başarısını artırmakadır. Şişmanlık için diyet tedavisinin başlıca amaçları vücut ağırlığını istenilen düzeye indirmek, besin öğesi gereksinimlerini yeterli ve dengeli olarak karşılamak, yanlış beslenme alışkanlıkları yerine doğru beslenme alışkanlıkları kazandırmak ve vücut ağırlığı istenilen düzeye geldiğinde tekrar kilo alımını engellemek ve sürekli kilo kontrolünü sağlamak olarak sıralanabilir.Davranış değişikliği, şişmanlık tedavisi yaklaşımları arasında uzmanlar tarafından çokfazla üzerinde durulan bir yöntemdir. Davranış değişikliğinin kişi tarafından benimsenmesi ve yaşam biçimi haline getirilebilmesi, verilen kiloların geri alınmasının önlenmesi açısından son derece önemlidir. İlaç tedavisi ve cerrahi tedavi özellikle diğer yaklaşımların yetersiz olduğu durumlarda konunun uzmanları tarafından uygulanması gereken yöntemlerdir. Bu iki yaklaşımda sağlık çalışanlarının etik açıdan dikkat etmeleri gereken noktalar vardır. Her iki yöntemin şişmanlığın önlenmesine yönelik diğer yöntemlerle desteklenmesi verilen kiloların geri alınmasını önlemek açısından çok önemlidir. Sonuç olarak bir sağlık sorunu olarak kabul edilen şişmanlık ile mücadele sistematik bir yaklaşım gerektirmektedir. Sorunun çözümü için sağlık çalışanlarının ekip hizmeti anlayışı ile yaklaşımları, şişman bireylerin konuyu önemsemeleri ve sağlığın korunması ve sürdürülmesi için zayıflamanın önemli bir koşul olduğunu kabul etmeleri onların bireysel mücadele gücünü artıracaktır.
DÜZGÜN BESLENME

Besinler 4 temel besin grubundan seçilmelidir. Süt grubu (Süt, peynir, yoğurt) Et grubu (et, tavuk, balık, kuru baklagiller) Sebze-meyve grubu, Tahıl grubu (Ekmek, makarna, pirinç)
Düzenli beslenme için bu besin gruplarından orantılı olarak alınmalı, bir gruptan az, diğerinden fazla besin alıp metabolizmanın çalışma düzeni bozulmamalıdır. Tek gruba yönelik beslenme; kabızlık, ishal, midede şişkinlik, kan şekeri ve tansiyon düşmesi, baş dönmesi, göz kararması gibi rahatsızlıklara sebep olacak ve devamında da doktor müdahalesini gerektirecek çok daha ciddi sorunlara yol açacaktır.
Kişiye özel hazırlanması gereken beslenme programları;
%60 karbonhidrat, %20 protein, %20 yağ içermelidir ve günde en az 2 lt su tüketilmelidir.
Günlük alınması gereken besinler 5 öğünde alınmalıdır. Öğün atlamak ve/veya bir öğünde gerekenden daha fazla kalori almak yağ depolanması riskini arttıracaktır.

Aşağıda çocuklar ve yetişkinler için birer " dengeli beslenme programı (bir günlük)" örneği bulacaksınız.




Enerji besinler vasıtası ile alınır ve bedensel faaliyetler ile de harcanır. Eğer aldığımız enerji miktarı harcadığımızdan fazla ise artık enerji vücutta yağ olarak depolanacaktır. Bu depolama işlemini durdurmanın yolu; ya alınan enerji miktarını harcanan miktara düşürmek (kalori kısıtlaması) ya da harcanan enerji miktarını alınan miktara yükseltmek (egzersiz ) olacaktır.

Eğer alınan miktarı ihtiyaç duyulanın da altına düşürürsek vücutta depolanan yağları tekrar enerjiye çevirebiliriz.


İDEAL KİLONUN KORUNMASI

Zayıflamak nispeten kolay, fakat ulaşılan ağırlığı sürdürmek zordur. Çeşitli araştırmalara göre belirli bir programla zayıflayan bireylerin 5 yıl sonra sadece % 5'i bunu koruyabilmekte, % 95'i tekrar eski ağırlıklarına dönmektedir.


Sıkı diyet yapıp sonra eski yeme sistemine dönen bireylerde ağırlık döngüsü oluşmaktadır. Bu da vücuttaki yağ oranını artırmakta, yaş ilerledikçe hiperlipidemi, hipertansiyon ve diyabet gibi sağlık problemlerini oluşturmaktadır.

Uygulanan zayıflama diyeti sonunda, diyete başladığı anda aldığı enerjiden % 25 daha az enerji alması ve fiziksel aktivite ile enerji harcamasını artırması gerekir. Günde fazladan 1 saat yürüme ile bu hedefe ulaşılır.

“Şişmanların trafik kazalarında ölme ya da yaralanma risklerinin zayıflara göre daha fazla olduğu bildirildi.”

ŞİŞMANLIĞIN ÖLÇÜLMESİ
Bir bireyin şişman olup olmadığının tanımlanabilmesi için vücut ağırlığının, vücut bileşiminin ve vücuttaki yağ dağılımının değerlendirilmesi gerekmektedir. Vücut bileşimi; büyüme ve gelişme, yaşlılık, etnik özellikler, cinsiyet, beslenme durumu, özel diyetler, egzersiz, hastalık, genetik etmenlerden etkilenmekte ve değişkenlik göstermektedir. Vücut bileşenlerini saptamak için kullanılan pek çok yöntem bulunmaktadır; ancak, özellikle saha çalışmalarında en çok kullanılan yöntemler antropometrik ölçümlerdir. Antropometrik ölçümlerin sağlıklı yapılabilmesi için kullanılan araçların düzenli olarak doğruluğunun denetlenmesi, ölçüm yapan kişilerin sürekli eğitilmesi, referans değerlerin ve standartların doğru belirlenmesi çok önem taşımaktadır.

Antropometrik ölçümler- Beden Kitle İndeksi (BKİ): Vücut ağırlığının (kg) boyun karesine (m²)bölünmesiyle elde edilir. Saptanan değere göre bireyin zayıf, normal, fazla kilolu ya da şişman olup olmadığına karar verilir. Günümüzde şişmanlığın saptanmasında antropometrik ölçüm tekniği kullanılarak vücutta yağ miktarının belirlenmesine yönelik Beden Kitle İndeksi(BKİ) sıklıkla kullanılmaktadır. Erişkin yaş grubunda BKİ'ne göre "şişmanlık" değerlendirmesi;
BKI Değerlendirme

Protein-enerji malnurisyonu:
18.5 -19.9 Normal kabul edilir
20.0-24.9 Normal
25.0-29.9 Hafif şişman
30.0-34.9 I. derecede şişman
35.0-39.9 II. derecede şişman
40+ III. derecede şişman (morbid şişman)

BKİ ile vücut yağ miktarı ilişkisinin bireyin vücut yapısına ve oranlarına göre değişiklik gösterdiği bilinmektedir.Ayrıca, bel çevresi ölçümü, bel/kalça oranı gibi antropometrik ölçümler ve deri kıvrım kalınlıkları da şişmanlığın belirlenmesinde sık kullanılan yöntemlerdir. Bel çevresi erkeklerde 94 cm'in üzerinde; kadınlarda ise 80 cm'in üzerinde olduğu zaman kişilerin şişmanlığa bağlı metabolik risklerinde artış görülmektedir. Yetişkinlerde BKİ yaşla çok az bir artış göstermektedir. Ancak, çocuklarda ve adolesanlar BKİ, yaşa göre değişmektedir.Bebeklikte BKİ hızla yükselmekte, okul öncesi dönemde ise önce düşmekte sonra yeniden artmaktadır. Çocuklarda BKİ değerleri yaşa bağımlı referans değerler olup ülkelere göre kesim noktaları farklılık göstermektedir. En yeni yaşa göre BKİ değerleri İsveç, İngiliz ve İtalyan çocuklar için yayınlanmıştır. Beden kitle indeksinin iyi sonuç vermediği diğer bir grup ise yaşlılar olarak bilinmektedir. Hollanda'da 65-79 yaşlarında 539 kadın ve erkekte yapılan bir çalışmada, BKİ'nin şişmanlığın ölçütü olarak yeterli olmadığı ve şişmanlığın değerlendirilmesinde yağın vücutta dağılımını gösteren bel ve kalça çevresinin daha iyi sonuç verdiği bulunmuştur.

Şişmanlık bir sağlık sorunu olarak kabul edildiğine göre, azaltılması yada önlenmesi için sistematik yaklaşımlar gerekmektedir. Ancak, önleme çalışmaları en öncelikli basamağı oluşturmalıdır.


ZAYIFLIĞIN YARARLARI

 Uykusuzluk ve huzursuz uyuma düzelir.

 Tansiyon şikayetleri normale döner veya azalır.

 Horlama, nefes darlığı, çarpıntı, yorgunluk hissi ortadan kalkar.

 Mide şikayetleri tamamen ortadan kalkar veya hafifler.

 Eklem ağrıları, bacaklarda uyuşma ve karıncalanma gibi şikayetler ortadan kalkar veya hafifler.

 Kandaki yüksek kolesterol, lipit ve ürik asit seviyeleri normale veya normale yakın bir seviyeye iner.

 Cinsel isteksizlik ortadan kalkar.

 Bel , sırt ve diz ağrıları tamamen ortadan kalkar veya hafifler.
ŞİŞMANLIKLA ORTAYA ÇIKAN PSİKOLOJİK SORUNLAR

Şişmanlık ortaya çıktıktan sonra da bir takım psikolojik sorunlar da gözlenir, bu durumu dikkate almayan bir şişmanlık tedavisinin başarılı olma şansı tartışılır. Şişmanlıkla mücadele aslında çok kısa erimde baktığımız zaman çok kolay bir şeye benzer. Önemli olan o formu o kiloyu uzun süre korumasını sağlamak. Dolayısıyla psikiyatrik destek olmaksızın, yani niye yiyorsunuz, neden şişmanız, bu sorunun cevabı açıkça anlaşılmaksızın, uzun erimde şişmanlıkla mücadele mümkün değil. Bu arada şişmanlığın yol açtığı psikolojik problemlere de değinmek gerekir. Kişi kendini toplum tarafından kabul edilmeyen, itilen, çirkin bulunan bir insan halinde algılamaya başlıyor. Ve buna bağlı olarak depresyonlar ortaya çıkabiliyor. Neden yemek yiyoruz sorusunu sormakla işe başlarsak çoğu kişinin vereceği cevap sıkıntıdan olur. Konuyu bir miktar açmaya başladığımız zaman herkesin kendine özel bir nedeni olduğunu anlamaktayız. O nedenle, sıkıntıdan yiyorum, o halde ne yapmayalım, sorusuna doğru bir yanıt verebileceğimi sanmıyorum. Herkes sıkıntıdan yemek yediğini zannediyor ama gerçekte herkesin başka bir hikayesi var. Gelin kayınvalide ilişkisi mesela. Diyelim ki kayınvalide gelinden daha iyi olacak. Ama bir yandan da geline zarar vermek istemiyor, geline karşı bir öfkesi var, belli ölçülerde. Bu yarışmacılık hissinden dolayı ortaya çıkan. Gelinden daha zayıf olacak, daha güzel olacak. Tersi gelin için de geçerli olabilir. Ama bu yarışın sonunda bir mağlup olamamalı. Yarış olsun ama mağlup olmasın. Aynı satrançta siyah taşta oynamak gibi. Savunma da ama saldırı da... Kazanmak istiyor. En zararsız yöntemle. Sonunda ne oluyor, güçlü olmak için yemek yemeye başlıyor. Ama yemek yedikçe şişmanlıyor ve gücünü kaybediyor. Gücünü kaybettikçe tekrar güçlü olmak için yemek yiyor. Sonuç olarak yemek yemek temelde güçlü olmak için yapılan bir işlem. Yarışma var, yarışmada güçlü olacak. Bunlar bilinç dışı şeyler. Güçlü olmak yemek yiyor. Neden güçlü olacak? Yarışacak, yarışta kazanacak. Yiyor, gücünü yitirdikçe daha güçlü olmak adına tekrar yiyor. Bir kısırdöngü yaşanıyor.

ŞİŞMAN İNSAN NEŞELİ Mİ? Şişman ama neşeli, mutlu insan tarifi yapılır. Şişmanlık tıbbi bir hastalık. Sonuç olarak kronik sağlık sorunlarına yol açan tıbbi bir hastalık. Her şişman bu işten psikiyatrik nedenle yakınan insan değildir, bir psikolojik problemi olan insan değildir. Normal koşullarda toplumsal bir yargılama olmasa, belki de, şişmanların önemli bir bölümü içerisinde bulundukları bedeni halden dolayı mutsuz olmayacaklar. İyi ki şişmanım, istediğim yerde istediğim gibi yiyebilirim diye düşünen ve halinden de memnun olan bir çok insan var. Bir çok şişman liderlerimiz de yok mu? Bunlar da halinden pek memnun gözüküyorlar. Yine tanıdığımız bir çok şişman sanatçılar, bilim insanları var, medya mensupları var. Kısa sürede kilo vermek mümkün, önemli olanın verilen kilonun korunmasıdır. Belki de bazı insanlar şişmanlıktan kurtulmak adına, belli bir kiloya ulaşmak adına zayıflıyorlar. Ama daha sonra bunu korumakta güçlük geçiyorlar. Bu başarısızlık duygusu bazıları için, bir kez daha başarısızlığa yol açacak kaygısına neden olabilir. Bir başka neden de genellikle şişmanlarda belli bir yarışmacılık özelliğine tanık olduğundandır. Ve yarışmaktan kaçınabilir, çekinebilir, vs... Kişinin kendisi karar vermeli. Neden zayıflaması gerektiğine üzerinde durmak gerek. Hadi zayıfla, hadi zayıfla demek yerine, zayıflarsan, iyi olur, çünkü şu şu nedenlerle demek daha iyi olabilir. Psikiyatrik destekle, kilo vermek konusunda yaşanan güçlüklerin üstesinden gelme şansı daha yüksektir. Birçok kaynak aslında kilo verme olayında görev alması gereken ekibinin birçok branşta olması gerektiğini, bir takım oluşturulması gerekiyor. Bu takım içerisinde psikiyatristlere her zaman bir yer var ve onun varlığıyla birlikte uzun erimde kilo veriliyor, arkasından da onun korunması. Bunun başarılabilmesi için psikiyatrik desteğin çok önemli olduğu söyleniyor. Davranış terapisi teknikleri kullanılabiliyor. Birçok başka teknikler de var. Bir psikiyatrik destek alındığı takdirde sorunla başa çıkma şansının daha rahat olacaktır.

BEBEKLİKLE İLGİSİ Bebeklik dönemindeki bir takım durumların şişmanlıkta etkili olduğu iddia edilir. Bununla ilgili yapılmış çalışmalar var. Oral regresyon bunların başında gelir. Oral döneme tekrar geriye gidiş demektir. Bütün insanların yaşadığı dönemler var. Oral dönem var, anal dönem var vs... Oral dönem, ana memesiyle insanların tanıştığı dönem aslında, hayatın ilk dönemleri. O dönemle ilgili yaşananlar etkili. Ne zaman daha çok yemek yiyorsunuz sorusuna verilen cevap, televizyon izlerken oluyor. İnsanın aklına ne getiriyor bu? Çocuk emerken annesinin gözüne bakar. Ondan televizyonu, bir şeyi izlerken yemek yeme alışkanlığıyla oral dönem regresyon arasındaki ilişkiyi çağrıştırıyor bu. Bir şey izlerken yemek yiyor. Annesinin gözüne bakarak meme emiyor. Böyle bir ilişkinin varlığına dair somut bir ipucu. Bir çok insan televizyon izlerken yemek yemeyi bıraksa, zayıflayacak diyebiliyoruz.

PSİKOLOJİK TEDAVİ: Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde oldukça oturmuş obezite polikliniği var. İç hastalıkları anabilim dalına bağlı. Prof. Üstün Korugan’ın başında olduğu bir ekip. İki soruya cevap aranıyor. Bir tanesi neden yiyoruz? Bir tanesi neden psikiyatristteyiz? İki soruya cevap bulana dek çalışılıyor. Diyelim ki bir cevap bulundu. Alternatif başka cevaplar üzerinde de çalışmaya devam ediliyor. Belli periyotlarla hastalar gelip gidiyorlar. Ve sonuçta kısa erimde, yani altı aylık dönemde başlangıç kilolarının yüzde 10 kadarını verebiliyorlar. Ondan sonra altı aylık erimde, bilimsel çalışmalar içerisine alınan kilo verme noktasına geliniyor.



“Kilonuza ve yaşınıza uygun bir YEME ALIŞKANLIĞI ve bol hareket ŞİŞMANLIKTAN KURTULMANIN TEK YOLUDUR.”

SU KİRLİLİĞİ

0 yorum

Su hayatın en temel gereksinimlerinden biridir. İnsan dahil bütün canlılar yaşamları için suya ihtiyaç duyarlar. İçme suyunun temiz olması sağlık açısından önemlidir. Akar su ve göl kenarlarına kurulmuş fabrika ve atölyelerin endüstriyel artıkları suları kirletmektedir. Bu sulardaki ekolojik denge bozulmakta, bazı canlılar ölürken bazıları zehirli bileşikler taşımaktadır. İzmit Körfezi, Haliç ve İzmir Körfezi sanayii atıklarıyla kirlenen yerlere birkaç örnektir. Aynı şekilde Eskişehir’ deki Porsuk Çayı da endüstriyel kirlenmelerden etkilenmiştir.

Denizlere boşaltılan petrol atıkları veya petrol yüklü tankerlerin kaza yapması sonucu suya karışan petrol canlı hayatını tehdit etmektedir. Kuşların vücuduna giren petroldeki çeşitli kimyasal maddeler endokrin bezlerin çalışmasını önler ve kısırlığa sebep olur.

Petrol rafinerileri, kimya sanayii, demir çelik sanayii ve kağıt sanayii çoğunlukla akar su ve deniz kenarlarına kurulmuştur. Bu fabrikalar artıklarını hiçbir arıtma işlemine tabi tutmadan suya bırakmakta, dolayısıyla bu sulardaki doğal yaşam sona ermektedir. Örneğin: 19. yüz yılın başlarında haliçte bulunan balık populasyonunu günümüzde bulmak imkansızdır.

Denizlerde meydana gelen tanker kazalarında denize yayılan petrol, havadaki oksijenin suya karışmasını önler. Bu durum zaten zorla soludukları oksijeni bulamayan canlılar için ölümü kaçınılmaz kılar.

Suya bağlı besin zehirlenmelerinden en önemlisi cıva zehirlenmeleridir. Cıva zehirlenmelerinin en zararlısı 1953 yılında Japonya’ da yaşanmıştır. “Minamata trajedisi “ adı verilen bu olayda bir çok insan zarar görmüştür. 1951 yıllarında Minamata Körfezi yakınlarına plastik fabrikası kurulmuştur. Bu fabrika artıklarını körfeze bırakmaya başlamıştır. Fabrikanın kuruluşundan 2 yıl sonra, Minamata’ da yaşayan 1000 kadar insan ciddi hastalıklara yakalanmıştır. Kısmi felç, şuurunu kaybetme, körlük gibi ciddi rahatsızlıklar ve ölüm gibi istenmeyen sonuçlar görülmüştür. Atık sularla göllere taşınan cıva tabana çöker zamanla çeşitli bakteriler tarafından su çözülen cıva besin zincirlerine katılır. Yapılan araştırmalarda körfez suyunda cıva oranı düşük çıkmasına rağmen, besin zincirinde cıva oranının çok arttığı gözlenmiştir. Japonya’ dan başka İsveç, ABD ve Kanada gibi bir çok ülkede civa zehirlenmesinden etkilenmiştir.

Su kirliliğinin diğer bir sebebi de kanalizasyonlardır. Atık suların arıtılmadan sulara karışması kullanılabilir suyun kirlenmesine neden olur.
Akar su veya denizlere bilinçsizce boşaltılan kanalizasyon suları sadece içinde bulundurduğu canlıları değil tüm canlı hayatını tehdit etmektedir.

İçme ve kullanma sularının temizliği sağlık için çok önemlidir. Dünyada yaşayan 4 milyar insandan yalnızca yarısı sağlıklı su kullanabilmektedir. Özellikle üçüncü dünya ülkelerinde insanlar, kanalizasyonun boşaltıldığı dere sularını içmektedirler. Atık sularla kirlenmiş bu derelerden su içen insanlar kolera, tifo ve isal gibi bulaşıcı hastalıklara yakalanmaktadırlar.

Çeşitli nedenlerle kirlenen su ekosistemlerinde, bu durumdan etkilenen öncelikle ekosistemi oluşturan canlılardır.

Göl ve nehir gibi su ortamlarında devam eden doğal bir denge vardır. Yaz aylarında topraktan yıkanarak taşınan minerallerle beslenen algler, nehir ve göl yüzeyinde yaşarlar. Sonbaharda algler ölerek dibe çökerler ve bakteriler tarafından besin olarak kullanılırlar. Bitkiler yaşamaları için karbon, oksijen, hidrojen, fosfat ve azot elementlerine ihtiyaç duyarlar. Su yeterince karbon, oksijen ve hidrojen elementlerine sahipken, fosfat ve azot elementleri ise sınırlayıcı bir etki oluşturur. Göl ve nehir çevresindeki tarım alanlarında gereğinden fazla azot ve fosfat gübresi kullanılması durumunda, fazla gübre sulama ve yağmur sularıyla nehir ve göllere taşınır.gölde azot ve fosfat miktarının artması, alglerin aşırı çoğalmasına sebep olur. Algler öldüğünde, bakterilerin parçalayıcı madde miktarı daha fazla olur. Bakteriler algleri parçalarken, suda çözünmüş oksijenin çoğunu tüketirler oksijenin suda azalması göldeki balıkların ölmesine sebep olur.

Su kirliliğinin diğer bir sebebi ise kurşun su borularıdır. Kurşun ve bazı bileşenleri suya karıştığı takdirde zehirli olmaktadır. Kurşun su boruları romanlılardan beri kullanılmaktadır. Günümüzde kurşun su borularından tamamen vazgeçilmiş, bakır, plastik ve diğer güvenli maddelerden yapılmış su boruları kullanılmaktadır.

Şizofreni

0 yorum

Şizofreni Nedir ?
- Şizofreni epilepsi, Multipl Skleroz gibi bir beyin hastalığıdır.
- Bütün kronik hastalıklar (Şeker hastalığı, astım, romatizma..) gibi alevlenme ve yatışma dönemleri gösterir.
- Tedavi edilebilir bir hastalık olmakla beraber zaman zaman alevlenme dönemleri olabilir, hastaların önemli bir kısmında hastalık tamamen ortadan kalkmayabilir. Bu durum da kişinin çalışmasını, çevresindekilerle iletişim kurmasını, bağımsız bir yaşam sürmesini çok güçleştirir.
- Bu ciddi hastalık yeryüzündeki her yüz kişiden birini etkilemektedir. Dünyada 60 milyon, Türkiye'de de 600.000 şizofreni hastası yaşamaktadır.
- Hastalık genellikle 15-25 yaş aralarında başlamakla beraber orta yaşlarda başlaması da mümkündür. Hastalık ne kadar erken başlarsa kişilik üzerindeki harabiyet o kadar fazla olmakta, normal bir yaşam sürme şansı azalmaktadır.

Şizofreni Ne Değildir ?
- Şizofreni kişilik bölünmesi demek değildir. Maalesef pek çok kişi şizofreni hastalarını bazı zamanlar normal yaşam sürdüren bazen de birden tehlikeli bir caniye dönüşen kişiler olarak hayal etmektedir. Bunun gerçekle alakası yoktur!
- Şizofreni hastaları nadiren çevreye zarar verebilir.
- Şizofreni kelimesi sıklıkla iki şekilde hatalı kullanılmaktadır: Ya bir konuda farklı ya da zıt duygular taşımak kastedilir (bir şeyi hem sevmek hem de nefret etmek gibi) ki bu insan doğasında bulunan bir özelliktir. Ya da değişik zamanlarda değişik davranmak anlamında kullanılır ki bu durum da hemen hepimizin doğasında bulunan bir özelliktir.
- Şizofreni erken bunama değildir.
- Aşı vb. yollarla korunması mümkün olan bir hastalık değildir.

Şizofreni hakkında yanlış inanışlar:
- Şizofrenler tehlikeli ve saldırgandır.
- Şizofreninin tedavisi yoktur.
- Şizofrenler çalışamazlar.
- Şizofreni anne babanın hatalı tutumu nedeniyle ortaya çıkar.
- Şizofrenler tembeldir.
- Şizofrenlerin ne zaman ne yapacakları belli olmaz.
- Şizofreni karakter zayıflığından ve iradesizlikten dolayı ortaya çıkar. ( Hastalar yeterince çaba gösterseydi bu durumun üstesinden gelebilirdi.)
- Şizofrenlerin her söylediği şey saçma olacaktır.
- Mahalledeki şizofrenler çocuklarımıza zarar verebilir.
- Şizofrenler sanıldığından daha da tehlikelidir.
- Şizofreninin sebebi fazla mastürbasyon yapmaktır.
- Şizofrenlerin çocukları da şizofren olur.
- Şizofreni ömür boyunca giderek ağırlaşır.

Şizofreni Nedenleri:
Son yirmi yılda yapılan araştırmalarda şizofreninin nedenleri hakkında önemli bulgular elde edilmiştir. Tüm hastalar için geçerli olan tek bir neden bulunmamakla beraber şizofrenin ortaya çıkmasında rol oynayan başlıca etkenleri üç başlık altında toplayabiliriz:
1. Kalıtımsal nedenler
2. Beyindeki yapısal değişikliklerin rolü
3. Beyindeki kimyasal maddelerin rolü

-Şizofrenide kalıtımın rolü
Şizofrenisi olan her 10 kişiden birinin yakın akrabaları arasında bu hastalık görülür.
Şizofreni hastalarının ailelerinde bu hastalığın toplum ortalamasına göre daha sık görülmesi şizofrenide ailesel geçişin rolüne işaret eder. Örneğin, anne ya da babasından biri şizofreni hastası olan çocukta hastalığın görülme olasılığı % 12’dir. Kardeşlerden biri şizofreni hastası ise diğer kardeşlerde hastalık görülme olasılığı %8 dir. Toplumda her 100 kişiden birinde şizofreni görülme riski bulunduğu düşünülürse bu oranların yüksekliği hakkında bir fikir edinilebilir.
Ailesel yatkınlığın nedeni anne babanın yetiştirme tarzı değildir.
Hastalığın geni tam olarak bilinmiyor. Bir başka deyişle, elde edilen veriler şizofreniden tek bir geni sorumlu tutmak yerine birden fazla genin rolü olduğuna işaret ediyor.

-Beyin yapısındaki değişikliklerin rolü
Tomografi gibi görüntüleme yöntemlerinde şizofreni hastalarının beyinlerinde normalde görülmeyen bazı değişiklikler olduğu saptanmaktadır.
Örneğin beyinde normalde de bulunun boşlukların hasta kişilerde daha geniş olduğu ve bazı beyin bölümlerinin normalden daha küçük olduğu görülüyor. Özellikle, beynin plan yapmak ,sorun çözmek gibi işlevleri de yüklenen ön bölümü ve önceki deneyimleri hatırlayarak o anki duruma uygun bir davranış geliştirmekte rol oynayan hipokampus bölümünün normalden küçük olduğu saptanmıştır. Bu bölgelerin işlevlerindeki aksama sonucunda hastalar günlük hayatta her an karşılaştığımız basit ya da karmaşık sorunları çözmekte zorlanabiliyor. Bu « sorun »lar örneğin yeni tanıştığımız bir kişiyle neleri konuşabileceğimiz, şehir içinde bir yerden bir yere giderken karşılaştığımız aksaklıkların üstesinden nasıl geleceğimiz gibi bize basit gelen şeyler de olabilir.Beyin yapısındaki değişiklikler hasta kişilerin beyinlerinin normal gelişimden farklı bir yol izlediği şeklinde yorumlanır.Bu değişiklikler doğumdan önce ya da doğum sırasında etkili olan nedenlere bağlanır.
Örneğin gebeliğin erken dönemlerinde virüs enfeksiyonları ya da doğum sırasındaki bazı sorunlar gibi.

-Beyindeki kimyasal maddelerin rolü
Beyinde milyarlarca sinir hücresi bulunur.
Bu hücreler bir telefon şebekesi gibi birbiriyle bağlantılıdır
Her hücrenin ucundan salınan bazı kimyasal maddeler komşu hücreye ulaşarak hücreler arası haberleşmeyi sağlar. Haberleşmeyi sağlayan kimyasal maddelere nörotransmitter denir.Adrenalin, dopamin, serotonin gibi…
Şizofrenisi olan kişilerde dopaminin aracılık ettiği haberleşmede bir bozukluk olduğu bilinmektedir
Dopamin hastaların beyninde bazı bölgelerde fazla miktarda bulunmaktadır. Dopamin aracılığıyla haberleşmedeki bozukluk ;hezeyan ve halüsinasyonlar, dağınık davranış ve konuşma gibi hastalık bozukluklarından sorumlu tutulmaktadır.

Şizofrenide Alvelenmenin Haberci Belirtileri:
-Haberci Belirti Nedir ?
Hastalığın alevlenme dönemine girmesinden önceki günlerde beliren öncü belirtilerdir
Şizofreni tıptaki bütün kronik hastalıklar gibi alevlenme ve yatışma dönemleri gösterir. Hastalık alevlenme dönemine girmeden önce bazı belirtiler gözlenir. Bu durumu grip olmadan once yaşadığımız halsizlik, başağrısı gibi belirtiler benzetebiliriz. Eğer bu belirtileri yaşadığımız zaman istirahat eder, C vitamini kullanırsak gribi önleyebilir ya da daha hafif geçmesini sağlayabiliriz.
Benzer şekilde, hastalar ve hastayla beraber yaşayanlar haberci belirtileri gözlediği zaman tedavi ekibini haberdar ederse alevlenmeyi erken dönemde önlemek mümkün olacaktır. Haberci belirtiler hastadan hastaya değişiklik gösterir. Ancak belirli bir hasta için her alevlenme döneminden önce hemen hep aynı haberci belirtiler gözlenir

Haberci belirtilerden bazıları..
1. İsteksizlik, ilgi kaybı
2.Aileden ve arkadaşlardan uzaklaşma
3.Dinle aşırı ilgilenmeye başlama
4. Uyku düzeninin bozulması( artma / azalma)
5.Çökkünlük
6.İştah azalması
7. Alınganlık
8. Çabuk sinirlenme
9. Küçük şeylere öfkelenme
10. Başkalarına ya da kendine zarar verme düşüncesi
11. Kendine bakımda gerileme
12. Alkol içmeye başlama
13.Cinsel konularla fazla meşgul olmaya başlama
14. Sık sık tartışmalara girişme

-Şizofreninin İnatçı Belirtileri
Hastalığın bazı belirtileri uygun tedaviye karşın (azalsa bile) tümüyle ortadan kalkmayabilir. Bunlara inatçı belirtiler denir
Bu belirtiler günden güne artma ya da azalma gösterebilir. Ancak sürekli olarak bulunma eğilimindedirler.Her hastada inatçı belirtiler görülmeyebilir. İnatçı belirtiler kişiden kişiye değişebilir. İnatçı Belirtilere bazı örnekler;
1. Sesler duymak
2. Başkalarıyla yakınlık kurmada isteksizlik
3. Başkalarına garip gelen düşünceler
4. Çökkünlük, mutsuzluk
İnatçı belirtiler kişinin yaşamını olumsuz etkiler.Kişiden kişiye değişen başa çıkma yöntemleri inatçı belirtilerin olumsuz etkisini azaltmakta işe yarayabilir.












Hastalıkla Mücadele:

-Hastalara On Emir:
+Birinci Emir
İlaçlarını almayı aksatmayacaksın
Sorunları çözmek için ilacın tek başına yeterli olmadığını biliyoruz.İlacı yutmayı kolaylaştıracak sosyal destek programlarına da ihtiyaç var.
+İkinci Emir
Gününü ve geceni iyi ayarlayacaksın. Yeteri kadar uyumaya özen göstereceksin.
Uyku biraz tartışmalı bir konu. Yeterince uyumazsanız bunun ardından hastalığınız alevlenme dönemine girebilir. Öte yandan bazı şizofrenler çok fazla uyuyorlar. Öğlenden sonra saat ikide hala üzerinde pijamaları olan kişiler tanıyoruz. Bu kişilerin boş zamanlarında ne yapacağını bilmemesi de çok doğal ,çünkü bu saatleri uyuyarak geçiriyorlar. Yeni grup ilaçların uyku verici yan
etkileri daha az. Hepimiz uykudan kazandığımız zamanı nasıl değerlendireceğimizi düşünelim.
+Üçüncü Emir
Stresten uzak duracaksın
Söylemesi kolay, yapması zor...
+Dördüncü Emir
Herkesin her gün yaptığı şeyleri sen de yapacaksın
Şizofrenisi olan kişiler de günde üç öğün yemek yemeli ; düzenli aralıklarla banyo yapmalı, traş olmalı. Ayrıca evini ya da odasını temiz tutmalı. Temizlik yapma konusunda güçlük çekiyorsanız
yakınlarınızdan yardım istemelisiniz.
+Beşinci Emir
Uyuşturucudan uzak duracaksın; alkol ve sigarada aşırıya kaçmayacaksın.
Sokakta satılan uyuşturucu ya da uyarıcı maddeler hepimiz için tehlikeli ve yasak. Bağımlılık yapan ya da geçici bir keyif veren ilaçlardan da uzak durmalı. Bu tür ilaçlar sanki sıkıntıları rahatlatıyor gibi düşünülse de psikotik alevlenme dönemleri
arasındaki iyilik dönemlerini kısaltıyor.
Alkol ne iyi ne kötü. Ancak çok içmemeye dikkat etmeli.
Şizofrenisi olup da sigara içmemek neredeyse imkansız gibi, ancak aşırı sigara içmenin kullanılan ilaçların olumlu etkilerini zayıflattığını hatırlatalım.
+Altıncı Emir
Yaşantının belirli bir düzeni olacak
Hep aynı saatte yatmaya, kalkmaya, yemek yemeye özen göstermek gerekiyor.
+Yedinci Emir
Her gün için program yapacaksın
Bütün gününü yatakta geçirmeyeceksin. Her gün yararlı bir şeyler yapamaya gayret et. İsteksizliğinin üstesinden gelerek ev dışındakı faaliyetlere katılmaya çalış.
+Sekizinci Emir
Başkalarıyla bağlantıyı kesmeyeceksin
Arkadaşlarınla ve diğer psikotik hastalarla , tanıdıklarınla ilişkini sürdürmelisin. Psikotik insanlar bazen çevreden uzaklaşma eğiliminde olurlar. Bu da iyi bir işaret değildir.
+Dokuzuncu Emir
Psikiyatristinle ve tedavi ekibiyle bağlantını kesmeyeceksin
Hastanelerdeki bürokratik işlemlerin sıkıcılığı nedeniyle bu bazen güç olsa da...
+Onuncu Emir
Her hafta jimnastik ya da bedensel egzersiz yapacaksın
Böyle bir alışkanlığı olmayanlar için başlangıçta zor gelebilir.
Bunun en kolay yolu her gün düzenli olarak yürüyüş yapmak. Her sabah yarım saat , ya da sabah akşam. Ayrıca evde jimnastik yapabilirsin ya da bir jimnastik salonuna kaydolabilirsin.

-Aileler için 14 ilke
1. Şizofreninin nadir görülen bir hastalık olmadığını KABUL EDİN. Nadirmiş gibi görünmesi bu konu üzerinde fazla konuşulmuyor olmasındandır.
2. Şizofreni hakkında en kısa zamanda mümkün olduğunca fazla BİLGİ EDİNİN.
3. Asla KENDİNİZİ SUÇLAMAYIN . Kendini suçlamak hastalıkla başa çıkmaşansınızı yok eder. Unutmayın ki son araştırmalar şizofreni gelişmesinde hasta yakınlarının bir kusuru olmadığını göstermektedir.
4.Bu konuda etkili olan tedavicilerden YARDIM İSTEYİN. Bu kişilerin şizofreniyle mücadele konusunda sizinle işbirliğine istekli olmasına, hastalığı anlamanıza yardımcı olabilecek özellikte olmasına dikkat edin.
5. Şizofreni Dostları Derneği gibi, hasta yakını dernekleriyle BAĞLANTI KURUN.
6.Şizofreni gibi karmaşık bir hastalıkla mücadele ederken sadece kendi doğru bildiklerimize göre davranmanın yetmeyeceğini KABUL EDİN. Yakınlar olarak bu konuda eğitime ihtiyacımız var.
7.Yakınlar olarak bizlerin maruz kaldığı ,giderek artan baskıların nereden kaynaklandığını DÜŞÜNÜN.
8.Ailenin diğer üyelerinin gereksinimlerine de DİKKAT EDİN.
9. Şizofrenisi olan birisi için kendinizi sınırsızca feda etmenin etkili bir bakım ve mücadeleye zarar verdiğini UNUTMAYIN.
10. Şizofrenisi olan yakınınızla sabahtan akşama kadar birlikte vakit geçirmenin işleri bozabileceğinin FARKINA VARIN
11. Özellikle evden dışarı çıkmanızı kolaylaştıracak hobiler edinin, faaliyetlere katılın, arkadaşlıklar KURUN VE SÜRDÜRÜN.
12. Hem kendinizin hem yakınınızın özgürlüğünü sağlayacak bir bakış açısı GELİŞTİRİN.
13. Bu mücadelede başarıya ulaşan hasta yakınlarını diğerlerinden ayıran şeyin değişebilme ve olaylara farklı bakabilme yeteneği olduğunu farkedince ŞAŞIRMAYIN
14. KENDİNİZE ÖZEN GÖSTERİN.


Şizofreniyi Tedavi Etmek…

-Şizofrenide Tedavi Amaçları :
Alevlenme dönemlerini önlemek
Alevlenme dönemlerini erken farkedip ayaktan tedavi etmek
Alevlenme dönemi yatıştıktan sonra hastalığa bağlı yetiyitimini en aza indirmek
Hastanın sorunlarla başa çıkma kapasitesini artırmak

-Şizofrenide ilaç tedavileri

1- ANTİPSİKOTİK (NÖROLEPTİK) İLAÇLAR
Antipsikotik ilaçlar beyinde Dopamin ve Serotonin adı verilen maddelerin etkilerini değiştirerek görev yaparlar.
Bu ilaçlar kullanım şekillerine, etki ve yan etki şekillerine göre sınıflandırılabilirler.

Kullanım şekillerine gore baktığımızda kabaca 3 şekilde ayırabiliriz:
Sadece ağızdan alınabilen antipsikotik ilaçlar;
Mellerettes,Melleril,Stilizan,Burunon,leponex,Dogmatil
Nörofren,Risperdal,Zyprexa,Sülpir
İğne formu da olanlar;
Nörodol,Largactil,Clopixol,Fluanxol,Prolixine
Depo formu olanlar;
Clopixol , Prolixine, Fluanxol gibi ilaçların 15 gün boyunca vucutta etkili olan depo şekilleri de vardır.

Bu antipsikotik ilaçların etkileri gibi yan etkiler de uzun süre devam eder. Bu ilaçlar özellikle düzenli ilaç kullanımında sorunları olan hastalarda kullanılır. Etki şekillerine gore sınıflarken;Bu tablo göz önüne alınır. Bu ilaçların eş değer dozunun bir taraftan sakinleştirici etkisi artarken diğer taraftan antipsikotik etki denilen psikotik bozukluk veya şizofreniye etkili gücü azalmaktadır. Bu nedenle zaman zaman farklı gruplar içinden ilaçlar birlikte kullanılabilmektedir.

Yan etkilerine gore de iki temel gruba ayrılırlar:
1-Uyku verici, sersemlik, tansiyon düşmesi,idrar tutukluğu,cinsel problemler daha fazla yapanlar: Largactil,Melleril,Leponex,Zyprexa,Risperdal
2-Hareket bozuklukları(yerinde duramama , katılık, maske yüz v.s.) daha fazla yapanlar:
Nörodol,Prolixine,Clopixol,Fluanxol,Nörofren

Şizofreni hastalarında temel olarak 3 nedenden dolayı antipsikotik ilaçlar kullanılır. Bu etkileri kısaca şöyle açıklayabiliriz:
1-Antipsikotik etki: Psikotik yaşantılar denilen ; Hayal görme , ses işitme, yanlış düşünceler, dikkatini toplamada güçlük , düşünce ve konuşmada bozukluklar, garip ve nedensiz davranışlar gibi çoğu zaman hastayı ve çevresini de rahatsız eden durumu düzeltmek amacıyla ilaç kullanılır.
2-Sakinleştirici etki; Uykusuzluk,gerginlik, taşkınlık, kaygı durumu, huzursuzluk, aşırı hareket ve kontrolsüz davranış durumunda bu etkisinden yararlanılır.
3-Hastalığı önleyici etki; Hastalığın alevli dönemlerinin tekrarlamasını, yatışların önlenmesini,nükslerin şiddetinin azaltılmasını,hastalığın oluşturduğu dikkat azalması,düşüncede yavaşlama, öğrenmede zorlukla belirgin olan bilişsel bozuklukları azaltmayı hedefler.

Antipsikotik ilaçların yan etkileri de 3 grupta toplanabilir;
A-Hareket Bozuklukları
B-Metabolik ve Dolaşım sorunları
C-Diğerleri
Hareket bozuklukları ilk ilaç kullanımı ardından kısa zaman (saatler ve günler içinde) sonar ortaya çıkanlar ve geç dönemde ortaya çıkanlar diye ayrılabilir.

-Nöroleptik ilaç alımını takiben ilk günler içindeki yan etkiler;
KASILMA,KATILIK,HUZURSUZLUK,HAREKETLERDE YAVAŞLAMA,
YERİNDE DURAMAMA,KÜÇÜK ADIMLARLA YÜRÜME,TİTREME,
MASKE (DONUK) YÜZ.

-Geç dönemde ortaya çıkan yan etkiler;
İstemsiz kas hareketleri, Dilde ve ağızda oynamalar, Yerinde duramama, Yatamama
Yılansı vücut hareketleri.
Metabolik Yan etkiler: Ağız Kuruluğu, Salyada Artma(Leponex), Kabızlık, İshal,
İştah artışı ve kilo alma, Baş Dönmesi, Terlemede artma, Beyaz kan hücrelerinde azalma(Leponex), Memelerden süt gelmesi(galaktore)

-Diğerleri başlığı altında toplanan yan etkiler ise;
Çabuk Yorulma, Cinsel bozukluklar, Kilo alımı, Görme bozuklukları, Adet Düzensizliği,
Nöbet geçirme, Nöroleptik Maliyn Sendrom, Çarpıntı, Deri döküntüleridir.

Bunların içinde özellikle önem taşıyan durum sebepsiz (herhangi bir infeksiyon veya ateş yükselmesine neden olabilecek diğer tıbbi sorunlar) ateş yükselmesi ile giden nöroleptik maliyn sendromdur. Kısa sure içinde en yakın sağlık kuruluşuna başvuru gerektirir.

Yan etkilerle karşı karşıya kalındığında yapılması gerekenler aşağıda özetlenmiştir;
1.Telaşa kapılmayın
2.Bu durumun geçici bir yan etki olduğunu düşünün ve hastanıza bilgi verin
3.Mümkünse kendi doktorunuza veya tedavi gördüğünüz birimin nöbetçi doktoruna ulaşın
4.Eğer uzakta iseniz,kullandığınız ilaçların listesi ile birlikte en yakın sağlık kuruluşuna başvurun.
5.Uygun önlemlere rağmen ilaçların vücutta kalma sürelerine bağlı olarak bu etkilerin bir süre daha devam edeceğini bilin.

2- ANTİDEPRESAN SINIFI İLAÇLAR
Seçici olmayan monoamin geri alım inhibitörleri:
Tofranil
Anafranil
Laroxyl
Tolvon
Desyrel
Ludiomil
Serzone
İnsidon,İnsomin

Bu grup ilaçların büyük kısmi Trisiklik antidepresanlardan oluşur ve bazı yan etkileri vardır. 100 hastadan ortalama 7’sinde bu yan etki görünür. 1-2 hafta içinde bunların birçoğu ortadan kalkar. Bunlardan bazıları;
Bulantı-kusma/Ağız kuruluğu/Görme bozukluğu/Kabızlık/Sık idrar yapma veya idrar yapma zorluğu/Çarpıntı v.s

Seçici serotonin geri alım inhibitörleri:
Prozac,Depreks,Zedprex,Lustral,Seralin,Serdep,Faverin,Seroxat,Cipram,Efexor,Stablon,Remeron

Bu grup antidepresanların yan etkileri diğer gruba göre daha azdır, çoğu ilk 2 hafta içinde görülür. İlaç kesildikten sonra ortadan kalkar. Bunlardan bazıları:
Bulantı,kusma,Sıkıntı hali,İshal,Uyku hali,Baş ağrısı,Uykusuzluk,Cinsel işlev bozukluğu v.s

3- ANKSİYOLİTİK SINIFI İLAÇLAR
Çoğu yeşil reçete ile verilir.
XANAX/DİAZEM/RİVOTRİL/TRANXİLENE/LİDANİL/BUSPON/ATİVAN/NERVİUM/LİBRİUM/LUMİNAL

Yan Etkiler:
Deri döküntüleri/Sersemlik hali/Uyku artışı/Kilo alma/Sinirlilik
EN ÖNEMLİ YAN ETKİSİ uygunsuz ve doktor kontrolü olmadan alındığında oluşan bağımlılık ve kötüye kullanımdır. BU NEDENLE DİĞER TÜM İLAÇLAR GİBİ DOKTOR KONTROLÜNDE ALINMALIDIR.

4- ANTİKOLİNERJİK İLAÇLAR
Akineton/Benadryl/Dideral
Özellikle nöroleptiklerin oluşturduğu hareket bozukluklarının azaltılmasında ve giderilmesinde kullanılan ilaçlardır.

5- DUYGUDURUM DÜZENLEYİCİLER
Lithuril,Tegretol,Karbalex,Karazepin,Depakin,Konvulex,Lamictal

-Şizofrenide diğer tedavi yöntemleri:

1- ELEKTRO KONVULZİF TEDAVİ (EKT,ŞOK)
Tartışmalı bir konu…
Daha önce EKT alanların %90 ı tekrar EKT tedavisi alabileceğini söylüyor
Az eğitimli, ileri yaştaki , hiç EKT yapılmayan hastalar EKT ye karşı
Yeni ilaçlar EKT kullanımını azalttı
Nasıl bir yöntem?
Başa 2 yanlı yerleştirilen elektrotlarla (200-1000 miliamperlik, 2-3 sn süren, ancak %1 i beyne ulaşan devamlı akımla) 20-30 sn Jeneralize tonik klonik konvulsiyon oluşuyor. Hastalar önce,EKG, EEG, AC grafisi ve kan tetkiklerinin de yapıldığı dahili muayeneden geçiyor. Bu arada ilaçları kesiliyor yada azaltılıyor. 6-8 arası bir açlık döneminden sonra, kısa süreli anestezik maddeler ve kas gevşeticiler veriliyor. Tedavi ekibi, psikiyatrist, anestezi uzmanı, hemşire ve hasta bakıcıdan oluşuyor.


KİMLERE EKT YAPILIR?
Depresyon/Şizofreni (katotonik tip, ilaca direnç)/Manik epizod/Tıbbi hastalık, ilaç kullanamama/Gebelik
Sürdürüm tedavisi olarak (haftada 1)

Etki mekanizması:
Beyinde oluşan elektriksel nöbet ile hemisfeler arası dengenin yeniden düzenleniyor, anormal aktivite baskılanıyor şeklinde görüşler var.
Reseptör ve ikincil haberci sistemlere etkileri var.
Bir başka görüşe göre de antidepresanlara benzer etki gösteriyor.
Yan etkileri;
Mortalite,
her tedavi için;
binde 2, her hasta için; yüzde 1
Geçici bellek bozukluğu, en sık görülen yan etkidir. Başağrısı, kas ağrıları da tedavi sonrası görülebilir

Uygulama şeması:
Haftada 3 kez, günaşırı, toplam ortalama 7 kez yapılır
Kontrendikasyonlar:
kafaiçi yer kaplayan lezyonlar
Mİ, anevrizma,

2- BİREYSEL PSİKOTERAPİLER, GRUP TEDAVİLERİ

Bireysel Psikoterapiler;
Tek başına kullanılmaz, ilaç tedavisi ile birlikte olmalı.
Güven ilişkisi ilaç kullanımına uyumu arttırır.
Her hasta için kendine özgü yaklaşımlar olmalı.
Güvenli, terapötik, iletişim, yedek ego,
Gerçeğe yönelimli, destekleyici terapi,
Terapi sıklığı ve süresi değişken

Grup tedavileri:
Yatan-ayaktan hastalara uygulanır,
En az bireysel psikoterapiler kadar etkilidir.
7-12 Üyeli gruplar, haftada 1 kez toplanır, 1 saat sürer. Hastalara semptomlarıyla başa çıkmada yardımcı olur. Kişilerarası etkileşimin artması hedeflenir. Destekleyici yaklaşımla, grup dışı iletişim de teşvik edilir.
Sosyal beceri eğitiminde; Etkili konuşmada temel ilkeler, bir sohbeti başlatmak -sürdürmek –sonlandırmak, Sorun çözme teknikleri , şizofreni nedeniyle yakın çevreyle yaşanan sorunlar(hastalığı saklama, ailenin eleştirel tutumu) , Hastalık belirtilerinin çevreyle ilişkilerde yarattığı sorunlar(paranoid düşünceler gibi) Okulu bırakma ya da kayıt dondurma veya işe başlama, bırakma gibi önemli olaylar öncesinde grubun görüşünü alma, İşyeri ya da okulda yaşanan sorunlar gibi konular ele alınır. Sohbet edebileceğimiz yeni insanlarla nerede karşılaşabiliriz? Bu kişilerin sohbet etmeye istekli olup olmadığını nasıl anlarız? Yeni tanıştığımız biriyle sohbete nasıl başlayabiliriz? Gibi soruların cevapları aranır.
İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri A.B.D, Psikotik Bozukluklar
Araştırma Programı (PAP) da halen 3 şizofreni hasta grubu , bu tarzda çalışmaktadır.



















-Aile Tutumu Hakkında:

Ailelerin Psikotik Hastalığı Olan Yakınlarıyla İletişimde Dikkat Etmeleri Gereken Noktalar:
Psikotik hastalık ; bir insanın hissetme, bağlantıya geçme, davranma yeteneklerine zarar vermesine rağmen genellikle hastanın temel doğasına zarar vermez. Önceden sevilen ya da sevilmeyen şeyler değişmez.
Bir şizofreni hastasından ne beklenebilir?
Hasta yakını olarak yanlış umutlardan kaçınmalıyız!
Gerçekdışı beklentilerin hem bize hem hastamıza zararı olur.
Hastaneden yeni çıkmış birine basit ev işleri dahi ağır gelebilir , fakat bu kendine ait işleri yapamayacağı anlamına gelmez.
Yakınımız okula, işe gidebilir mi?
Bu konuda üzerinde bir baskı hissetmezse gitmesi daha kolay olacaktır.
İşlev düzeyinin artması zamana bağlıdır.
Kendisi için ,kendi bakımı ve sahip oldukları şeyler için sorumluluk almaya cesaretlendirilebilir.
Hasta olan yakınlarının üstüne duygusal olarak fazla düşen ailelerde hastalığın alevlenme olasılığı daha yüksek bulunmuştur.

+Aşırı duygusal ilginin biçimleri:
Ses tonu;
Sesin eleştirel bir ton taşıması
Örneğin ; Sen hala yataktan kalkmadın mı? gibi
Sesin şiddeti;
Örneğin ; yukardaki cümlenin yüksek sesle söylenmesi,
Eleştirel bir tarzda yapılan yorumlar;
Örneğin ; Sen zaten ben söylemeden kalkmazsın ki ! gibi
Kişisel eleştiriye yönelik saldırgan sözler;
"Bıktım senden"
"Bizi mahalleye rezil ediyorsun"
"Senin yüzünden eve misafir çağıramıyorum"
"Şimdi polis çağırıp seni Bakırköy'e tıktıracağım"
Aşırı koruyucu tutumlar
Önemsiz konularda çok fazla endişelenme;
Örneğin; dışarıya çıktığında başına birşey geleceğini düşünme.
Aşırı koruyucu bir tutum içine girmek. Örneğin , yalnız gidebileceği yerlere birlikte gitmeyi istemek,
Aşırı müdahaleci olmak. Örneğin ; dışarı çıkarken montunu giy ya da mavi kazağını giy demek gibi.

+Genel Tutum
Yakınınızın inatçı , ağzı sıkı olmadığını hatırlayın.Zor bir zaman geçirdiğini , kendisine neler olduğunu anlamaya çalıştığını , bu tür bir karışıklığı kelimelere dökmenin hiç de kolay olmadığını düşünmemiz , cevap vermemesine , zamanını kullanmasına izin vermemiz , söylediği şey mantık dışı da olsa , uzun zaman da alsa dinlemeye çalışmamız ve sabırlı olmamız önemlidir.

+Nasıl davranalım?
Ailenin daha sakin ve telaşsız davranabildiği durumlarda hasta kendini daha rahat hisseder
- Hastanızın rakibi değil dostu olduğunuzu unutmayın
- Eksik gördüğünüz şeyleri doğrudan eleştirmeyin
- Hastalığı ile ilgili endişelerini anlayışla karşılayın
- Yapmak istemediği şeyler konusunda zorlamayın
Ancak ilgi gösterdiği aktivitelere teşvik edilebilir.Örneğin; markete gitmek hoşuna giderdi, şu anda da gidebileceğine inanıyorum gibi.
Bazen de benim için süt alırsan ben de sigaralarını alabilirim denilebilir.
Bazen de hastaya basitçe hareketlerinin sonuçlarını hatırlatmak önemli olabilir. Örneğin ; senin kararını anlayabiliyorum fakat anlaşmamız senin markete gidip alışveriş yapabileceğin şeklindeydi denilebilir.
- Sorgulayıcı olmayın!
"Ne düşünüyorsun"
"Niye böyle yapıyorsun" gibi sorular sormayın
- Günlük yaşamadaki olaylardan söz etmeyi deneyin
- Neler yapmak istediğini konuşun
- Öncelikle temizlik, giyim ve düzenli yemek konusunda teşvik edin
İyi dengelenmiş , yüksek protein ve vitamin içeren yiyecekler hazırlayabilirsiniz ya da bunlar için teşvik edebilirsiniz. Yüksek miktarda karbonhidrattan kaçınmak ( patates kızartması,çikolata ve kahve v.b ) fakat tartışmaya da girmemek önemlidir.
- Düzenli bir şekilde uyumak ; belli saatlerde yatıp belli saatlerde kalkmakla ilgili de teşvikler olabilir.
- Ev işlerinde sorumluluk verin
- Sosyal ortamlara katılmaya teşvik edin, ancak zorlamayın, eve bir arkadaşını yemeğe çağırmak uygun olabilirken düğüne gitmesi sıkıntı verebilir.
Şehir dışında piknik, yürüyüş, araba gezintisi yapmak için öneride bulunulabilir.
Sizinle sohbet etmek yakınınıza zor gelebilir
Ancak birlikte bir şeyler yapmaktan hoşlanabilir
Örneğin; birlikte TV izlemek, müzik dinlemek, iskambil oynamak, sizin bir şeyler okumanız gibi
- Tanıdığı ya da tanımadığı kişilerin yanında sıkıntısı olursa bununla nasıl başa çıkabileceği konusunda tavsiyelerde bulunun
O ortamdan uzaklaşıp , dikkatini başka şeye verebileceği,
Konuyu değiştirip , istediği hoşuna gidecek bir konuyu açabileceği v.b
- Kronik hastalığı olan birisiyle yaşamak sorumluluk isteyen bir durumdur. Bunu ızdırap ve onunla sonsuza kadar yaşayacakmış gibi düşünmeyin.
- Onun dışarda diğer insanlarla iletişim içinde olmasına izin verin.
- Kendinizi de ilginç aktivitelere dahil etmeye çalışın ki bütün hayatınız hastadan ibaret olmasın.Örneğin tatillere çıkabilir , ilgi alanlarınızla uğraşabilirsiniz.
- Birçok aile üyesi ; sinirlenme , utanma , suçluluk , panik , üzüntü , gücenme yaşayabilir.Bunlar doğal tepkilerdir , bunları hissettiğiniz için kendinizi suçlamayın.

Hastalığın alevlenme dönemi yatıştıktan sonra;( hastaneden çıkış sonrası)
- Sakin ve yavaş sesle konuşun
- Basit cümleler kurun
- Günlük faaliyetleri hep aynı saatte yapın, hastanız ne zaman eve geldiğinizi, yemeğin kaçta yeneceğini vb. bilsin
- Bir şey söyleyip sonradan vazgeçmeyin
- Neyi niçin yaptığınızı açıklayın
- Hastanızı fazla kontrol etmeyin, rahat bırakın. İlk günlerde istemezse yemeği tek başına yemesi daha uygun olabilir
- Takdir ettiğinizi gösterin
- İlaçlarını düzenli almasını ve randevularına gitmesini hatırlatın, ancak zor kullanmayın

İlaç tedavisinde yaşanan sorunlar,
İlaç almayı reddetme nedenleri

1. Hasta olduğunu kabul etmemek
2. İlaca bağlı istenmeyen etkiler
3. İlaç almanın hasta olduğunu hatırlatması
4. Kendisini iyi hissettiğinden ilaç almayı unutmak ya da ihtiyacı olmadığını düşünme

+Neler yapılabilir?

1. Yakınızın ilaçla ilgili yakınmalarını dinleyin, anlayışlı olmaya gayret edin
2. Tehdit etmeden ilaçlarını düzenli kullanmazsa hastaneye yatabileceğini anlatın
3. İlaçları yemeğine karıştırmayın
4 . Evde başka ilaç kullananlar varsa herkes aynı saatte ilacını alabilir
5. Yakınınız ilaç almayı kesinlikle reddediyorsa 2-3 haftada bir injeksiyon şeklinde kullanılan ilaçlara geçilebilir

Kendiniz için neler yapabilirsiniz?
Kendi sağlığınıza dikkat edin !
Beslenmenize dikkat edin
Yeterince uyuyun
Mümkün olduğunca yürüyüş yapın
Her gün kendiniz için belirli bir süre ayırın
Bir kursa devam edebilirsiniz
Belirli aralarla dost ve yakınlarınıza gece gezmesine gidebilirsiniz
İmkanlarınız uygunsa tatile çıkın
Kendinizi suçlamaktan veya eleştirmekten kaçının
Üzüntü ve sorunlarınızı yakınlarınızla paylaşın
Aile içinde işbölümü yapın
Ailenizin diğer üyelerini ihmal etmeyin
Her şeye karşın hayatın devam ettiğini unutmayın. Bu hastanız için de iyi olacaktır.











ŞİZOFRENİ ve PSİKOZ KAVRAMI

Psikoz Kavramı: Kısaca kişinin gerçeklikle alakasını koparan akıl hastalıklarının genel adıdır. Psikozlar en basitinden bir kaç gün süren kısa psikozlar ve bazen bir ömür boyu devam edebilen şizofreni yelpazesinde çok fazla sayıda hastalık ihtiva eder.
Hayatımızın en büyük nimetlerinden biri şüphesiz akıldır. Aklımız sayesinde gerçekleri çarpıtmadan kavrar ve ona uygun sonuçlar çıkarırız. Şizofreninin de içinde bulunduğu psikozlar dediğimiz hastalıklarda kişilerin gerçeği değerlendirmesi bozulur. Psikiyatrik hastalıklar içinde sıklığı olarak % 3-5 arasında değişen şizofreni yıllar boyunca insanların hem korktuğu hemde ilgi duyduğu bir hastalık olagelmiştir.. Bunun nedeni gizemli bir yaşam ve normal davranışların ötesine gitmekte yatar sanırım.
Şizofrenlerde görülen belirtileri şu şekilde sıralamak mümkündür.
1-Hezeyanlar (Sanrı-Delusion) : Gerçeğin ötesinde kendi kafasında kurduğu şeyleri gerçeklermiş gibi değerlendirme. İkna için makul delillerle bile onları değiştirememe. Paranoid kıskançlık yada büyüklük hezeyanları gibi.
2-Varsanılar (Halusination): Kulağına gaiblerden sesler gelmesi, gözüne kimsenin göremediği varlıkların görünmesi burnuna kötükokular gelmesi gibi.
3-Konuşma içeriğindeki acayiplikler: Kelime salatası yada anlamın birbirinde kopup konuşmanın içeriğinde bir bütünlük olmaması durumu vardır.
4- Garip davranış:Herkesin ortasında tuvaletini yapma yada herkesin ortasında masturbasyon yapmayı makul görme gibi yada hiç hareket etmeden uzun süre kalma vs.
5-Kişinin yüzünde donuk bir duygu ifadesi varlığı, konuşmamam yada kişinin herhangi bir olay karşısında duygu ifade edecek jest ve mimik göstermemesi.
Sayılan belirtilerin hepsinin bir şizofrende olması gerekmez. İlk ikisi var ise kişiye psikoz grubu hastalıklardan birisi var deriz. Bunlar içerinde süre ve hastalığın şiddeti şizofreni demek için gerekir. 6 aydan daha uzun bir süre psikoz belirtileri gösteren hastalara şizofreni diyebiliriz.










Şizofreni Tipleri
Şizofreni tanısı konulduktan sonra alt tiplere ayrılır. Tabloya hakim olan belirtinin tipine göre yapılan alt tiplemelEr hastalığın geleceği ve nasıl olabileceği (prognoz) hakkında da ön kestirme yapmamıza yardımcı olur. Bu tipleri kısaca şöyle sıralayabiliriz.
1. Paranoid tip Şizofreni: Bu tip şizofrenlerde hastalığın normal insanlardan ayırt edilmesi oldukça zordur. Çünki kişilerde hezeyanları doğrultusunda zaman zaman zaman yapabilecekleri davranış dışında etrafa garip gelebilecek çok fazla belirti yoktur. Bir veya birkaç hezeyana ek olarak sıklıkla kulağa gelen sesler vardır. Bu hastalar diğer şizofreni alt tiplerinde olduğu gibi garip davranışlar garip konuşmalarda bulunmazlar. Hatta bazen çevrelerinde hezeyanlarına inanan insanlar bile bulunabilir. Şizofreninin bu tipi ile yine bir psikoz olan Hezeyanlı Bozukluk çok sıklıkla karıştırılabilr.
2. Desorganize ( Dağılmış) Tip Şizofreni: Bu hastalar da dağılmış konuşma ve dağılmış davranışlar görülebilir. Yani saçma sapan konuşmalar yada etrafa saçma gelen davranışlar yaparlar. Yüzlerine bakılırsa donuk bir yüz ifadesi yada mevcut durumu ile alakasız bir duygulanım gösterirler. Yani ağlanacak şeye gülebilirler, gülünecek şeye ağlayabilirler. Yada duygulanım ifadeleri anlamsız yere sık sık değişir.
3. Katatonik Tip Şizofreni: Şizofreninin bu tipinde hastalarda uzun süre aynı garip postürde (duruş, vaziyet lama) duruşlar ve aşırı hareketsizlikler, açıkca amaçsız olarak yapılan ve dış uyaranlardan etkilenmeyen aşırı hareketler yada aşırı negativist davranmalar olabilir. Bu tip Şizofreni hastaları karşısındaki insanın hareket ve davranışlarını tekrarlaabilirler.
4. Farklılaşmamış Tip Şizofreni: Hasta muyene edildiğinde şizofreni tanısı konur ancak yukarıdaki alt tiplerden hiçbirisi tam olarak ayırdedilemezse bu tanı konur.
5. Tortu Tip Şizofreni: Belirgin olarak şizofreni belirtilri artık kalmamıştır ancak daha cok duygulanımdaki (affect) küntüğn sürdüğü ve şizotreni beliritlerinin yumuşamış halde devamettiği durumlarda bu alt tip şizofreniden bahsedilir.
Psikoz belirtileri başladıktan sonra en az 6 ay devam etmesi gerekir ki hastaya şizofreni tanısı konulsun. Eğer daha kısa süre geçti ise hastanın tanısı tam olarak konmaz beklenir. ( Kısa psikotik bozukluk, Şizofreni benzeri bozukluk vs)
Bazen şizofreni yaşanılan genel tıbbi bir duruma bağlı olarak ta ortaya çıkabilir. Bunun ayrımını tam olarak yapmak mümkün değildir. Ancak hastalıkla şizofreni arasındaki ilişki bilimsel olarak doğrulanırsa bundan söz edilebilir.
Alkol ve madde kullanımına bağlı psikozlar ve şizofreni bundan sonraki yıllarda sanırım daha fazla ortaya çıkacaktır.
Şizofreninin tedavisinde yeni çıkan ilaçlar büyük ufuklar açmıştır. Bu ilaçların bazen yıllarca toplumdan kaçmış hastalara bile faydalı olduğu görülmektedir. Tedavide ilaçlar ilk sırada gelir. Bu hastalık için psikoterapilerin yeri neredeyse yok gibidir. Sosyal yardımlar ise toplumsal uyumun daha iyi olmasını sağlar. Böylece şizofreni hastalığının ortaya çıkardığı fiziksel ve sosyal yıkım çok daha uzun sürede ve daha az ortaya çıkar.










--İçindekiler:

Hastalik Hakkında Bilgiler Sayfa 1
Hastalıkla Mücadele Hakkında Bilgiler Sayfa 3
Hastalığı Tedavi Yolları Sayfa 4
Hasta Ailelerinin Tutumu Hakkında Sayfa 7
Psikoz Kavramı nedir? Sayfa 9
Şizofreni Tipleri Sayfa 10

Hepatit B

0 yorum

Hepatit B nedir?
Hepatit B , hepatit B virüsünün (HBV) meydana getirdiği bir enfeksiyon hastalığıdır. Dünyada en çok görülen enfeksiyon hastalıklarından biri olan hepatit B, bütün dünyadaki önde gelen dokuzuncu ölüm nedenidir.

Hepatit B, hafif ve belirti vermeyen bir enfeksiyondan, çok daha ağır karaciğer hastalıklarına ve bu arada sirozla primer hepatosellüler karsinomaya (karaciğer kanserine) kadar değişebilen çeşitli tablolara neden olabilir. Karaciğer kanseri, dünya da en yaygın kanserlerden biridir.


İltihap : Enfeksiyon etkenlerine veya tahriş edici maddelere tepki olarak bir dokuda iltihap hücrelerinin ve sitokinlerin toplanmasıdır.

Antijen : Vücuda giren ve bağışıklık sisteminin tanımadığı her türlü yabancı madde.

Antikor : Bağışıklık sistemi tarafından yapılan ve yabancı bir antijene bağlanıp onu nötürleşme amacı güden bir protein kompleksi.

Ne kadar insanda kronik hepatit B virüsü enfeksiyonu vardır?
En az 350 milyon insan bu hastalığın kronik taşıyıcısıdır. Coğrafi dağılım, dünyanın her tarafından çok değişik rakamlarla ifade edilmektedir.

Dünyada 2 milyardan fazla insanın hepatit B virüsü ile enfekte olduğu bilinmektedir, ama bunların hepsi kronik taşıyıcı değildir.

Hepatit B'nin coğrafi dağılımı Çin, Güneydoğu Asya ve Afrika gibi yerlerde çok yüksek; Güney Amerika , Batı Avrupa ve Avustralya gibi yerlerde düşüktür. Avrupa'da her yıl 900.000 - 1 milyon insan hepatit B virüsü ile enfekte olmaktadır. ABD'de her yıl 140.000-320.000 akut hepatit B enfeksiyonunun gerçekleştiği hesaplanmıştır. Bu enfeksiyonların çok büyük bir bölümü, kronik hastalığa neden olmadan kendiliğinden iyileşmektedir.

Asya ve Afrika'daki birçok ülkeye ait rakamlar bilinmemektedir ama söz konusu bölgelerdeki kronik taşıyıcı yaygınlığının yüksek olması, enfeksiyon oranının da yüksek olması gerektiğini göstermektedir.



Uzun Süreli Taşıyıcı Dağılımı

Dünyada 350 milyon uzun süreli taşıyıcı var.1

%25'i, hepatit B ya da ilişkili komplikasyonlarına bağlı olarak ölecek.2

Her yıl HBV infeksiyonundan 1 milyon dolayında insan ölmekte.3
HBV, dünyada 9. ölüm nedenidir.4

Uzun süreli taşıyıcıların %75'i Asya/Pasifik'te yaşamaktadır.5

1 WHO 1998; 2 Mast 1993; 3 Lee 1997; 4Boag 1991; 5 Gust 1996






Asya/Pasifik Uzun Süreli Taşıyıcılar
Ülke Milyon Kişi
Çin 120.0
Hindistan 48.0
Endonezya 11.6
Filipinler 7.6
Tayvan 3.0
Kore 2.5
Japonya 1.3
Hong Kong 0.7
Avustralya 0.2
Singapur 0.03




Hepatit B Nasıl Bulaşır?
Hepatit B, değişik yollardan bulaşabilir. İleri derecede yaygın olan bölgelerdeki bulaşma en çok, anneden çocuğa ve çocuktan çocuğa gerçekleşmektedir. Kan ve meni gibi vücut sıvılarının da, virüsü bulaştırabildiği bilinmektedir. (Kan alma veya cinsel yoldan bulaşma)

Asya Pasifik bölgesinde, hastaların çoğu virüsü doğum zamanı ya da doğum zamanına yakın bir zamanda edinir1 - hepatit B ile infekte olan 10 kişiden 9'u yetişkinliğe geçtiklerinde hala hepatit B ile infekte olacaklar.2

Dünyanın geri kalanında, hepatit B virüsünün, cinsel temas ya da kontamine kana maruz kalım yoluyla, adolesan ya da yetişkin dönemde edinilme olasılığı daha yüksektir.1

1 Margolis et al. 1991; 2 Thomas 1996

Karaciğerin Biyolojik Fonksiyonları Nelerdir?
Karaciğer yağların ve yağda emilen vitaminlerin emilimi; albumin ve pıhtılaşma faktörleri gibi proteinlerin yapılması açısından önemli bir organdır. Atık maddelerin detoksifikasyonundan da, yine karaciğer sorumludur. Karaciğer barsaklardan emilerek kana karışan besleyici maddelerin; proteinler ve diğer hücre elemanlarının sentezinden önce işlem gördüğü yerdir. Ayrıca karaciğer daha sonra kullanılmak üzere kan şekeri ve vitamin depolar, vücuttan atılması gereken zararlı maddeleri zararsız hale getirir (detoksifikasyon).

Hepatit B Virüsünün Karaciğerdeki Akıbeti Nedir?
Hepatit B virüsü, karaciğer hücrelerine bağlanıp bunları enfekte ettikten sonra, kronik enfeksiyonun gelişmesiyle sonuçlanan, benzersiz bir mekanizma ile çoğalır. Dolaşıma, büyük miktarda virüs ve virüs proteinleri karışır.

Hepatit B Virüsü Nasıl Hastalık Yapar?
Hepatit B virüsü karaciğer hücresi içerisine kendi genetik materyalini yerleştirerek, bu hücrelerin rutin çoğalma mekanizması ile üremelerini sağlar. İnsan vücut bağışıklık sistemi, virüsün genetik materyalini içeren kendi karaciğer hücrelerine saldırmak üzere harekete geçer. Yani virüs dolaylı yoldan karaciğere zarar verir. Bağışıklık sisteminin aralıksız saldırıları, karaciğer hücrelerinin hasar görmesiyle ve ölmesiyle sonuçlanır.

Hepatit B 'nin Doğal Seyri Nasıldır?
Hepatit B enfeksiyonu, çeşitli şekillerde seyredebilir. Akut hepatit, genellikle kendiliğinden iyileşen, iyi huylu bir enfeksiyondur ama hastaların bir bölümünde kronik hepatit B yönünde ilerler. Kronik hepatit B, aralarında siroz, karaciğer yetmezliği ve karaciğer kanserinin de olduğu daha ciddi durumlara neden olabilir.

Diğer Bilgiler

Bazı bireylerde virüs, akut hepatit enfeksiyonu sırasında tamamen ortadan kaybolabilir.


Kronik enfeksiyonu olan hastaların %25-40 kadarı sonunda, hepatit B virüsü ile bağlantılı bir hastalık nedeni ile ölmektedir.


Organ/doku nakledilenler veya HIV (AIDS virüsü) ile enfekte bireyler gibi bağışıklık sorunları olan insanlarda kronik enfeksiyon riski büyük ölçüde artar.


Karaciğer kanseri gelişen insanlarda bu genellikle, akut enfeksiyondan 30 -50 yıl sonra görülür.


Karaciğer kanseri vakalarının %75-90'ı, kronik hepatit B sonucudur.


Bir enfeksiyon hastalığı olan hepatit B, dünyadaki ölüm nedenleri listesinde dokuzuncu sırada bulunmaktadır. Dünyanın her yanında 2 milyardan fazla insan HBV (hepatit B virüsü) ile enfekte olmuştur ve bunların 350 milyon kadarı, hastalığın kronik taşıyıcısı konumundadır.


Hepatit B virüsü karaciğer hücrelerini, bağışıklık sisteminin enfekte (mikrop bulaşmış) karaciğer hücrelerine saldırmasını uyararak dolaylı yoldan tahrip eder. Ancak bağışıklık sistemi her zaman hepatit B virüs enfeksiyonunu tamamen ortadan kaldıramaz.


Başlangıçta hepatit B enfeksiyonunu izleyen belirtiler hafif ya da özel olmayabilir. Belirtiler görülürse ;öncelikle sarılık, iştahsızlık ve karın ağrısı şeklinde olabilir. Hepatit B virüs enfeksiyonu, değişik şekillerde ilerleyebilir. Akut hepatit B 4 hafta ile 6 ay arasında değişen bir süre devam ederken, kronik hepatit B'nin aktif şekline geçişi, 15-30 yıl gibi uzun bir süre olabilir.


Kandaki virüsün (vireminin) ortaya konulması ve sayılabilmesi açısından en güvenilir yöntem, hepatit B virüs DNA'sının izlenmesidir.


Hepatit B virüs enfeksiyonunun teşhisinde kullanılan bazı antijen ve antikor testleri vardır. Bunlar;


Kronik hepatit B virüs enfeksiyonunu işaret eden; Hepatit B yüzey antijeni testi (HBsAg )


Virüsün çoğalmakta olduğunu gösteren; Hepatit B e antijeni (HBeAg) veya HBV DNA testidir.









Kronik Hepatit B'nin Tanısı
Medikal öykü ve fizik muayene


Testler gereklidir; çünkü hastaların büyük çoğunluğunda semptom görülmüyor


Kan Testleri-Viral replikasyon (HBV DNA ve HBeAg düzeyleri)


Karaciğer hasarı (karaciğer enzimleri - ALT/AST)


Karaciğer dokusu örneği (histoloji) - karaciğer hasarının boyutunu tespit etmeyi sağlar


HBV İnfeksiyonunun Bulgu ve Semptomları Kronik Hepatit B Hastalarının Büyük Çoğunluğunda Görülmemektedir


Semptomlar
Kısa Süreli İnfeksiyon
(Akut) Uzun Süreli İnfeksiyon
(Kronik)
Yorgunluk ya da "grip benzeri" semptomlar Akut ile aynı semptomlar
Bulantı ya da karın ağrısı Kas ve eklem ağrısı
Diyare Zayıflık
Deri döküntüsü Siroz bulgu ve semptomları
Deri ve gözlerde sarılık (sarılık) Karaciğer kanseri bulgu ve semptomları
Açık renkli dışkı
Koyu sarı idrar




Karaciğer Hastalığının Evreleri
İnflamasyon


Fibroz : Karaciğerde skar dokusunun birikimi ve kalınlaşması


Siroz : İlişkili skar oluşumu ile karaciğer hücrelerinin yaygın yıkımı


Karaciğer Kanseri


Hepatit B : Risk Altındakiler Kimler?
İntravenöz ilaç kullanıcıları


Çoğul partner ile cinsel olarak aktif olan kişiler


Çoğul olarak maruz kalınan hemofiliyaklar ve ilişkili gruplar


Hemodiyaliz hastaları


Transplantasyon yapılanlar


Kapalı kurumlardaki kişiler


HBsAg+ annelerin doğurduğu infantlar


Kronik Hepatit B'nin Tedavisi
Akut devrede virüse karşı spesifik bir tedavi yoktur. Hastaların şikayetlerine göre yardımcı tedaviler uygulanmaktadır. Ancak kronikleşen ve kronil aktif bir seyir gösteren hastalarda ağız yolu ile alınan tabletler kullanılmaktadır.

Antiviral Tedavi

Semptomların varlığı veya yokluğu, kronik viral hepatitin normal geçmişi ile ilgili değildir. Bundan dolayı, asemptomatik hastalar, tedavi için aday sayılmış olduklarından, devam etmelidirler.


Tedavi, aktif karaciğer hastalığı (yüksek ALT değerleri) ve viral replikasyonu (HBeAg pozitif ve/veya HBV-DNA pozitif) olan kronik HBV taşıyıcılarını içermelidir.


Tedavinin amacı, virüsü inaktive etme gerekliliğidir (HBeAg'yi pozitiften negatife veya HBV-DNA'yı pozitiften negatife dönüştürmek).
Kime Başvurmalı?

Yukarıdaki bulguların bazen hiçbiri görülmez ve bu kimseler hastalığı kaptıklarının farkına varamazlar ve grip olduklarını zannederek hastalığı ayakta atlatmaya çalışırlar. Her ihtimale karşı kişiler HBsAg testlerini yaptırmalıdırlar.

Yukarıdaki belirtiler ortaya çıktığı veya test sonucu pozitif bulunduğu zaman infeksiyon hastalıkları uzmanı, dahiliye uzmanı ya da gasteroenterohepataloglara danışılmalıdır.







Aşılar Yazıcı Versiyonu »



Çocuklar İçin Önerilen Aşılama Şeması ABD, Ocak-Aralık 2001
Aşılar rutin olarak önerilen yaş gruplarının altında yer almaktadır. Dikdörtgen kutular bağışıklama için önerilen yaş aralığını göstermektedir. Önerilen yaşlarda verilmeyen herhangi bir doz, endikasyon varsa ve uygulama yerinde olacaksa daha sonraki herhangi bir zamanda uygulanmalıdır. Oval kutular, daha önce önerilen dozlar atlandıysa ya da önerilen en düşük yaştan önce uygulandıysa verilecek aşıları göstermektedir.

HBsAg negatif annelerden doğan bebeklere, 2. aya kadar hepatit B (Hep B) aşısının ilk dozu yapılmalıdır. İkinci doz, birinci dozdan en az bir ay sonra yapılmalıdır. Üçüncü doz ise, birinci dozdan en az 4 ay ve ikinci dozdan en az 2 ay sonra yapılmalı, ancak bebek 6 aylık olmadan önce uygulanmamalıdır.


Şemayı büyütmek için tıklayınız»



Bu şema, 1/11/00 tarihi itibariyle ruhsatlandırılmış olan aşıların 18 yaşına kadar çocuklarda rutin uygulaması için önerilen yaş gruplarını göstermektedir. Yıl boyunca başka aşılar da ruhsatlandırılabilir ve önerilebilir. Kombine aşılar, bileşenlerinden herhangi biri için endikasyon olduğunda ve diğer bileşenler için bir kontrendikasyon yoksa kullanılabilir. Ayrıntılı bilgi için ürün prospektüslerine başvurulmalıdır.

HBsAg pozitif annelerden doğan bebeklere, doğumdan sonra 12 saat içinde ayrı ayrı yerleden hepatit B aşısı ve 0.5 ml hepatit B immunoglobülini (HBIG) yapılmalıdır. İkinci dozun bebek 1-2 aylıkken, üçüncü dozun da 6 aylıkken yapılması önerilmektedir.

HBsAg durumu bilinmeyen annelerden doğan bebeklere, doğumdan sonraki 12 saat içinde hepatit B aşısı yapılmalıdır. Annenin HBsAg durumunu belirlemek için doğum sırasında kan alınmalıdır; test sonucu pozitif çıkarsa, bebeğe mümkün olduğu kadar kısa süre içinde (bebeğin yaşı bir haftayı geçmeden) HBIG uygulanmalıdır.

Hepatit B'ye karşı bağışıklanmamış tüm çocuklar ve ergenlerin aşılanmasına herhangi bir zamanda başlanabilir. Kendileri ya da anne-babaları hepatit B enfeksiyonun orta ya da yüksek derecede endemik olduğu bölgelerde doğan çocukların bağışıklanmasına özen gösterilmelidir.



DTaP (difteri ve tetanoz toksoidleri ve aselüler boğmaca aşısı) aşısının 4. dozu, üçüncü dozdan sonra 6 ay geçmiş olması durumunda ve çocuğun 15-18 aylıkken geri gelmesi olasılığı düşükse 12. aydan itibaren yapılabilir. Td (tetanoz ve difteri toksoidleri), DTP, DTaP ya da DT aşılarının son dozları üzerinde en az beş yıl geçmişse, 11-12 yaşlarında önerilmektedir. İzleyen her 10 yılda bir rutin Td rapelleri önerilmektedir.


Çocuklarda kullanılmak üzere ruhsatlandırılan üç Haemophilus influenzae tip b (Hib) aşısı bulunmaktadır. İki-dört aylıkken PRP-OMP uygulandığı takdirde, 6. ayda bir doz gerekli değildir. Bebeklerde yapılan klinik çalışmalar, bazı kombine ürünlerin Hib aşısına karşı daha düşük bir bağışıklık yanıtına yol açtığını gösterdiğinden, 2, 4 ya da 6 aylık bebeklerde primer bağışıklama için, bu yaşlar için ruhsatlandırılmış olmadığı takdirde DTa/Hib kombine ürünleri kullanılmamalıdır.


ABD'de çocukluk çağında rutin polyo aşılaması için IPV önerilmektedir. Tüm çocuklara 2 aylık, 4 aylık, 6-18 aylık ve 4-6 yaşındayken dört IPV dozu uygulanmalıdır. Bazı durumlarda oral polyo aşısı (OPV) kullanılabilir.


Heptavalan konjügat pnömokok aşısı (PCV) 2-23 aylık tüm çocuklara önerilmektedir. Ayrıca, belirli durumlarda 24-59 aylık çocuklara da önerilmektedir.


Kızamık, kabakulak, kızamıkçık (KKK) açısının ikinci dozu 4-6 yaşlarında rutin olarak önerilmektedir. Bununla birlikte, birinci, dozdan sonra en az 4 yıl geçmiş olması ve her iki dozun da 12 aylıktan itibaren uygulanmış olması koşuluyla, herhangi bir zamanda yapılabilir. Daha önce ikinci dozu almamış olanlara, 11-12 yaşlarında ikinci doz yapılarak aşılama tamamlanmalıdır.


Suçiçeği (Var) aşısı, hastalığı geçirdiğine ilişkin güvenilir bir bilgi bulunmayan ya da bağışıklanmamış olan tüm çocuklara birinci doğum gününden sonra önerilmektedir. On üç yaşında ya da daha büyük olan duyarlı bireylere en az dört hafta arayla 2 doz uygulanmalıdır.


Hepatit A aşısı, belirli bölgelerde ve belirli yüksek risk grupları için önerilmektedir.



Hepatit B Aşıları
HBV infeksiyonu, HBV aşısı ile aşılama yoluyla infekte olmayan bireylerde önlenebilir. Ancak, milyonlarca infekte kişi yarar görmeyecektir.


0., 1. ve 6. ayda 3 injeksiyon serisi şeklinde gerçekleşecektir.


Aşılama, aşılama yapılanların %90'ından fazlasında etkilidir.


1998 itibariyle, 80 ülke aşılama programına başlamıştır.


Hepatit B ile ilişkili kronik karaciğer hastalığı ve hepatoselüler karsinom, en iyi global çocukluk çağı bağışıklanması ile önlenir.


Günümüzdeki aşılar yeterli ve güvenilirdir.


Hastalık ve HBV varyantlarını izlemek için gözetim gereklidir.


Uygulama kolaylığı, daha iyi immünojenisite ve maruz kalım sonrası immünoterapi için ilerlemiş aşılar geliştirilmektedir.




Abbott GenoticsTM Testi
HBV DNA ölçümünde kullanılan bir hibridizasyon testi. Duyarlık sınırı yaklaşık 1 ml kanda 106 genom eşdeğeri kadardır.
Akut
Bireyin önceden mevcut fiziksel veya tıbbi durumunda birdenbire ve hızla ortaya çıkan, genellikle olumsuz yöndeki bir değişiklik.
Akut Hepatit
Başlangıçtaki HBV enfeksiyonuna bağlı olarak gelişen hastalık.
Alanin Transaminaz (ALT)
Zarar gören karaciğer hücrelerinden serbest kalan bir enzim;karaciğer hücre hasarını gösteren bir gösterge olarak kullanılır.
Albümin
Karaciğerde sentez edilen bir kan proteini; genellikle karaciğer fonksiyonunu gösteren bir gösterge olarak kullanılır.
Alkali Fosfataz
Karaciğerden ve diğer dokulardan kana karışan bir enzim;safra yollarındaki veya hepatositlerdeki hasarı gösteren bir gösterge olarak kullanılır.
Anti-HBc
Hepatit B virüsünün HbcAg antijenine karşı yapılan antikor.
Anti-Hbe
Hepatit B virüsünün HbeAg antijenine karşı yapılan antikor.
Anti-HBs
Hepatit B virüsünün HbsAg antijenine karşı yapılan antikor.
Antijen
Antikor yapımını uyaran enfeksiyöz organizma kökenli bir protein ya da bir toksin.
Antikor
Bağışıklık sistemi tarafından yapılan ve genellikle yabancı bir antijene bağlanıp onu nötrleştirme amacını güden bir protein kompleksi.
Asit
Periton boşluğunda, çoğu zaman portal hipertansiyon nedeniyle aşırı sıvı birikmesi.
Aspartat Transaminaz (AST)
Zarar gören karaciğer ve kas hücrelerinden serbset kalan enzim; karac.ğer veya kas hücre hasarını gösteren bir gösterge olarak kullanılır.
Bilirübin
Hemoglobinin normalde karaciğer tarafından temizlenen yıkım ürünü; karaciğerde birikererk sarılığa neden olabilir.
Biyopsi
Laboratuvarda analiz amacıyla küçük bir doku parçasının alınması
Child-Pugh Score
Sirozda karaciğer foksiyonunu asit, bilirübin, protrombin zamanı ve ensefalopati gibi parametrelere göre derecelendirme sistemi (A,B,C)
Chiron bDNA Testi
HBV DNA ölçümünde kullanılan hibridizasyon testi; duyarlılık sınırları 1 ml kanda 105-106 genom eşdeğeri arasındadır.
Dallanmış-zincirli DNA
Chiron HBV DNA testinde sinyal güçlendirilmesinde kullanılan birçok dalı olan DNA molekülü.
Dekompansasyon
Karaciğerin normal foksiyon görme yeteneğini kaybetmesi; şiddetli akut hastalığı veya ilerlemiş kronik hastalığı işaret eder.
Deoksiribonükleik Asit (DNA)
Bazı virüslerin ve daha yüksek evrim düzeyindeki organizmaların genetik materyalini (genom) oluşturan bir deoksiribonükleotid polimeri.
Direnç
Daha önce duyarlı bir mikroorganizmanın, mutasyon sonucunda anti-enfektif ajanlara duyarlılığını yitirmesi.
Enantiomer
Birbirinin aynı, ancak aynadaki görüntüsü şeklinde olan bir molekül çifti(lamivudin, saf bir enantiomerdir)
Endemik
Bir popülasyonda sürekli olarak mevcut bulunan, ancak yüksek düzeyde morbidite veya mortaliteye yol açmayan hastalığı anlatan bir sıfat.
Evre (karaciğer hastalığının)
Karaciğer hastalığının seyri içinde, geriye dönüşsüz karaciğer hasarının boyutlarını gösterir; HAI skorunun 4. komponenti (fibroz) ile belirtilir.
Fibroz (karaciğerde)
Karaciğerde, genellikle hepatosellüler nekroz görülen (karaciğer hücrelerinin zarar gördüğü veya tahrip olduğu) alanlarda gelişen fibroz doku çoğalması.
Fulminant
Hızla başlayan, çok ağır seyreden (bir hastalık)
Fulminant hepatit B
Karaciğer fonksiyonunun, genellikle akut HBV enfeksiyonuna eşlik edecek şekilde birdenbire ve çabucak bozulması, yüksek bir morbidite ve mortaliteye sahiptir.
Genom
Bir organizmanın genetik bilgilerini taşıyan nükleik asit (genellikle DNA)
Genom Eşdeğeri
Bir virüs genomundakine eşdeğer hepatit B virüsü DNA'sı (örneğin 1ml'de 106 genom eşdeğeri, mililitrede 106 virion demektir)
Genotipik Direnç (lamivudin)
Hastalarda, in vitro lamivudin direncine sahip olduğu bilinen HBV mutantlarının mevcut olması (klinik dirençli eşanlamlı değildir.)
Hepatik
Karaciğer ile ilgili
Hepatit B virüsü (HBV) DNA
Virüsün genomik DNA'sı her viriyonda kısmen çift sarmallı bir molekül bulunur.
HBV Polimeraz
HBV genomunun (genetik materyalinin) çoğalmasında rol oynayan virüs proteini.
HBV DNA Polimeraz
HBV genomunun (genetik materyalinin) çoğalmasında rol oynayan virüs proteini.
Hepadnavirüs
HBV'yi ve çeşitli hayvanlarda enfeksiyon yapan benzerlerini içeren virüs ailesi.
Hepatit
Karaciğer iltihaplanması
Hepatit B kor-antijeni (HbcAg)
Virüs partikülünün yapısal çerçevesini oluşturan virüs proteini.
Hepatit B e-antijeni (HbeAg)
Kanda ve karaciğerde bulunan, vironlarda bulunmayan bir virüs proteini; virüsün çoğalmakta olduğunu gösteren serolojik bir işarettir yapısal olarak HbcAg ile bağlantılıdır.
Hepatit Virüsü
Hepatit yaptığı bilinen ve A,B,C,D,E ve G harfleriyle tanımlanan 6 virüsten biri.
Hepatit B virüsü
Hepatit B etkeni
Hepatit B virüsü DNA'sı (HBV DNA)
Viral genomik DNA'dır; her vironda yalnızca kısmen çift şeritli DNA molekülü vardır.
Hepatit B yüzey antijeni (HbsAg)
Vironlarda ve dolaşımdaki kanda bulunan bir virüs proteini;devam etmekte olan HBV enfeksiyonunun serolojik işareti olarak kullanılır.
Hepatoselüler Nekroz
Karaciğer hücrelerinin patolojik ölümü
Hepatosit
Karaciğer hücresi;HBV enfeksiyonundaki primer konak.
Histolojik Aktivite İndeksi
Karaciğer hastalığının miktarını veya histolojik muayene sonuçlarını belirlemek için Knodell sisteminden yararlanılarak kullanılan puanlama yöntemi.
Histopatoloji
Biyopside veya ölümden sonra alınarak özel boyalarla boyanan doku örneklerinin incelenmesi yoluyla yapılan değerlendirme.
HIV
İnsan bağışıklık eksikliği virüsü.
İkterik
Sarılıklı
İltihap
Enfeksiyon etkenlerine veya tahriş edici maddelere tepki olarak bir dokuda iltihap hücrelerinin ve sitokinlerin toplanmasıdır.
İnterferon
Doğal immünomodülatör protein ailelerinden biri; bağışıklık sistemini uyarmak için tedavi amacıyla çeşitl, interferon tipleri kullanılmaktadır.
İntralobüler Nekroz
Karaciğer lobüllerinden birinin içerisindeki hücrelerin ölmesi.





Karaciğer Ensefalopatisi
İlerlemiş karaciğer hastalığının, reversibi nöropsikiyatrik komplikasyonu; karaciğerdeki metabolizmanın veya temizlik fonksiyonunun bozulması sonucu kanda atık madde(amonyak) birikmesine bağlıdır.
Karaciğer Fonksiyon Testleri
Karaciğer fonksiyonunu değerlendirmek amacıyla yapılan kan testleri.
Klinik Direnç (Zeffix'e karşı)
Tedavi sırasında lamivudine dirençli HBV suşlarının ortaya çıkması sonucu, bir süre baskı altında kalan HBV DNA konsantrasyonunun birdenbire yükselmesi.
Knodell Skoru
Histopatolojik örneklerin incelenmesi sırasında karaciğer hastalığının derecesini belirlemek için kullanılan bir sistem.
Kovalent Olarak Kapalı
HBV DNA genomunun, hepatosit çekirdeğinde bulunduğu Sirküler DNA (cccDNA) sıradaki moleküler şekil; tüm HBV transkripsiyonu ve replikasyonunda kalıp olarak kullanılır.
Kronik HBV Taşıyıcısı
Kronik HBV enfeksiyonuna ait serolojik işaretlerin mevcut olduğu kişi.
Kronik Hepatit B
Uzun süre devam eden HBV enfeksiyonu. Serumda en az 6 ay arayla yapılan iki HbsAg testinin pozitif sonuçlanmasıyla teşhis edilir.
Lamivudin
Sentetik bir deoksisitozin analoğunun saf (-)- enantiomeri; güçlü ve selektif HIV ve HBV inhibitörü
Lokus
Moleküler biyolojide bir organizmanın genomu içinde özel bir bölge
Nekro-Enflamatuar Puan
Histopatolojik aktivite indeks puanı; Knodell sisteminin iltihap parametrelerinin miktar olarak belirlenmesi (fibroz hariç) Karaciğer biyopsisi örneklerindeki hücre hasarı veya ölümü (nekroz) ve lökosit infiltrasyonu (iltihap) puanı.
Nekroz
Hücre (doku) dökümü
Normalin Üst Sınırı
Bir hastalık işareti, biyokimya ya da hemataloji testine ait normal referans aralığının üst sınırı.
Nükleozid Analoğu
Nükleik asitlerin doğal yapı taşlarından birine benzeyen, sentetik bileşik.
Nükleotid
DNA'nın doğal yapı taşı; fosforillenmiş nükleozid.
Ortotopik Karaciğer Nakli
Hastalıklı bir karaciğerin çıkarılarak yerine, normal bağlantılarıyla birlikte sağlıklı bir karaciğer yerleştirilmesi.
Ördek Hepatit B Virüsü (DHBV)
İnsan hepatit B virüsünün hayvandaki benzeri; deneysel çalışmalar sırasında hepadnavirüs ailesinin biyolojisinin incelenmesinde kullanılır.
Periportal Nekroz
Portal damarları çevreleyen bölgedeki karaciğer hücrelerinin hasar görmesi.
Polimeraz Zincir Reaksiyonu
Bir nükleik asitin kolayca tanımlanabilmesi için çok fazla miktarda yapılmasını sağlayan, son derece duyarlı bir teknik.
Portal Hipertansiyon
Karaciğer portal damar sistemindeki kan basıncının aşırı yüksek olması; çoğu zaman fibroz veya siroza eşlik eden karaciğer-içi obstrüksiyonlara bağlıdır.
Portal İltihap
İltihap hücrelerinin karaciğer portal damarları çevresindeki bölgelere yerleşmesi.
Portal Venler
Dalaktan, safra kesesinden, pankreastan ve sindirim kanalının aşağı bölümlerinden gelen kanı karaciğere taşıyan damar sistemi.
Pre-Genomik RNA
cccDNA'nın transkripsiyon meydana gelen HBV RNA.HBV DNA sentezi için kalıp ödevini görür. Lamivudin, pregenomik RNA'dan HBV DNA'sının meydana gelmesini engeller.
Protrombin Zamanı
Pıhtılaşma ölçüsü; HBV hastalığla birlikte bu zamanın uzaması, karaciğer hücre fonksiyonunun azaldığını, yani ilerlemiş karaciğer hastalığını işaret eder.
Retrovirüs
Çoğalma siklüsünde, RNA genomunun revers transkripsiyon yoluyla (DNA varlığında DNA sentezi) meydana geldiği virüs; HIV, bir retrovirüstür.
Ribonükleik Asit (RNA)
Protein sentezinin eşlik ettiği birçok fonksiyona sahip ribonükleotid polimeri; aynı zamanda HIV ve grip (influenza) virüsü gibi bazı virüslerin genetik materyalini (genom) oluşturur.
Sarılık (İkter)
Dokularda bilirübin birikmesi sonucu derinin, gözlerin veya mukozaların sarı renk alması.
Serokonversiyon
Kandaki bir proteinin (antijenin) kaybolması birlikte buna karşı meydan gelmiş antikorların ortaya çıkması; örneğin HbeAg serokonversiyonu.
Siroz
Karaciğerde yaygın fibroz ve nodül oluşumu; normal karaciğer mimarisinin ortadan kalkması. Kronik hepatit B komplikasyonu.
Viral Hepatit
Virüs enfeksiyonu sonucu gelişen hepatit.
Viremi
Kanda virüs bulunması.
Virolojik İşaret
Enfekte eden virüsün moleküler işareti, hastalıktan farklı olarak hastanın klinik durumunu gösterir.
Virion
Enfeksiyöz virüs partikülü; virüs ve konak proteinleriyle viral genomu (RNA veya DNA) içerir.
Virüs
Bir nükleik asit genomuyla bir veya daha fazla sayıda virüse özgü protein içeren, ışık mikroskopuyla görülemeyen enfeksiyon etkeni.
YMDD
HBV polimeraz molekülünde bulunan ve mutasyon geçirdiğinde lamivudine dirençli HBV suşlarını meydana getiren amino asit sırası (tirozin-metionin-aspartat-aspartat)
Hepatit B Konusunda Türkiye'de Gerçekleştirilen En Kapsamlı Sosyal Sorumluluk Projesi Başladı
16 Ekim 2001

"Hepatit B'ye karşı yarın değil, bugün..."
T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü ile Viral Hepatitle Savaşım Derneği işbirliğinde, T.C. Sağlık Bakanlığı onayı ve GlaxoSmithKline'ın katkılarıyla gerçekleştirilen "Halkın Hepatit B Konusunda Bilinçlendirilmesi Kampanyası" 15-22 Ekim 2001 tarihleri arasında Hepatit B Bilgilendirme Haftası kapsamında başladı.

Dünyada 400 milyon, Türkiye'de ise 5 milyon taşıyıcısı bulunan Hepatit B konusunda toplumun bilinçlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilen proje kapsamında, başta Güneydoğu Anadolu illeri olmak üzere, Türkiye çapında çeşitli illerde "Bilgilendirme Seminerleri" düzenlenecek.

Kampanya, 16 Ekim 2001, Salı günü İstanbul Hyatt Regency Oteli'nde yapılan bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıklandı. T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürü Sayın Esat Sağcan, T.C. Sağlık Bakanlığı Bulaşıcı Hastalıklar Daire Başkanı Sayın Dr. Cevdet Yalnız, Viral Hepatitle Savaşım Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Doç. Dr. Necla Tülek ve Gönüllü Proje Destekçisi Hülya Avşar'ın konuşmacı olarak katıldığı toplantıda kampanya hakkında bilgi veren GlaxoSmithKline Yönetim Kurulu Üyesi M. Levent Selamoğlu, "GlaxoSmithKline olarak sürekli devam eden araştırma geliştirme çalışmaları ve kullanılan yeni teknolojileri sosyal sorumluluk bilincimizle birleştirerek salgın hastalıklarla savaşmada öncülük etmeyi misyon edindik" diye konuştu.

Toplum içerisinde en tehlikeli hastalıklardan biri olan Hepatit B'yi önleme ve tedavi etme konusunda çalışmalar yaptıklarını belirten Selamoğlu, halkı Hepatit B konusunda bilinçlendirme çalışmalarına da hız verdiklerini ifade etti.

Kampanya kapsamında, İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep ve Adana illerinde Halk Eğitimi Merkezleri öğretmen ve kursiyerlerine Hepatit B hastalığı hakkında ayrıntılı bilgi verilerek, 3 bin 600 kişiye doğrudan ulaşılacak. Ayrıca halka Hepatit B Bilgilendirme Kitapçıkları ücretsiz olarak dağıtılırken, hazırlanan billboard afişleri Türkiye'nin çeşitli illerinde yer alacak.

Türkiye'de Hepatit B konusunda hayata geçirilen en büyük toplumsal sorumluluk çalışması olarak nitelendirilen kampanyaya, ünlü sanatçı Hülya Avşar Gönüllü Proje Destekçisi olarak katkıda bulunuyor.

Kampanya kapsamında GlaxoSmithKline'ın desteğiyle televizyon ve sinemalarda gösterilmek üzere "Hepatit B"ye karşı yarın değil, bugün..." sloganıyla hazırlanan tanıtım filminin başrolünde Hülya Avşar rol alıyor. T.C. Milli Eğitim Bakanlığı Çıraklık ve Yaygın Eğitim Genel Müdürlüğü ve Viral Hepatitle Savaşım Derneği işbirliğinde, T.C. Sağlık Bakanlığı onayı ve GlaxoSmithKline'ın desteğiyle çekilen film Hepatit B hakkında çarpıcı bilgiler içeriyor.
Kronik Hepatit B Hastalığına Yakalanan Çocuklar Artık Hayatlarını Kaybetmeyecek
25 Nisan 2001

Son araştırmalara göre kronik hepatit B hastalığı kontrol altına alınıyor

Avrupa Karaciğer Araştırmaları Birliği Kongre'sinde ( EASL ) sunulan bir araştırmanın sonuçlarına göre erken çocukluk döneminde hepatit B virüsü ile enfekte olan milyonlarca çocuk için yeni bir umut ışığı belirdi. Lamuvudin adlı yeni bir ilaç sayesinde bu çocuklar artık ileri yaşlarda karaciğer kanseri veya sirozdan ölüme mahkum olmayacaklar.

Dünyada hepatit B virüsünün yol açtığı siroz hastalığı veya karaciğer kanseri sonucu her yıl yaklaşık 1 milyon prematüre bebek hayatını kaybediyor. Ayrıca her 10 çocuktan 9'unda Hepatit B hastalığı kronik hal alıyor.1

Geçtiğimiz hafta Prag'ta gerçekleştirilen Kongre'de, 1 yıl boyunca Zeffix tedavisi gören hasta çocukların yaklaşık %23'ünde, virüsün kontrol altına alınarak bastırıldığı ve tedavinin sona erdirildiği belirtildi. Bu araştırma sonucunun 1 yıl boyunca Zeffix tedavisi uygulanan kronik hepatit B hastası yetişkinlerin sürecine benzerlik gösterdiği de ifade edildi.

Zeffix tedavisi uygulanan hastalardan tedaviye cevap verenlerin her yıl daha da arttığı ve tedavinin 4. yılında aktif karaciğer hastalığı çekenlerin 3/4'ünün tedavisinin sona erdirildiği yapılan araştırmalarla ortaya çıkarıldı.2 Bu yeni bulgularla yetişkinlerdeki gelişme sürecinin çocuklarda da görülebileceği ispatlanmış oldu.

Brüksel'de bulunan "Université Catholique de Louvain" de görev yapan ve uluslararası çalışmayı yöneten Araştırmacı Profesör Doktor Etienne Sokal, konuyla ilgili olarak yaptığı açıklamada "Tüm dünyada sürdürülen aşılama çalışmalarına rağmen hepatit B virüsü çocuklarımız için halen büyük tehlike teşkil etmektedir. Bu durum özellikle Asya Pasifik bölgesinde yaşayan veya buradan başka ülkelere gitmiş olanlar için geçerlidir. Bu ülkelerde yaşayan milyonlarca çocuk kronik hepatit B taşıyıcısıdır ve birkaç milyona yakın yeni doğmuş bebeğin de bu virüsle enfekte olduğu sanılmaktadır. Çalışmamızın sonuçları Zeffix'in virüsü etkisiz hale getirdiğinin en önemli kanıtıdır" dedi.

Profesör Etienne Sokal ayrıca, "Tedavinin uygulandığı hastaların 1/4'ü ve hastalığı daha aktif geçiren hastaların neredeyse 1/3'ünde tedavinin bitişinden 1 yıl sonra hepatit hastalığının bir daha tekrarlanmadığı görülmüştür. Zeffix hastalar tarafından çok iyi tolere edilebilen ve çocuklarda uygulanması son derece güvenli bir oral tedavi yöntemidir", yorumunu da yaptı.

Birçok merkezde yürütülen bu uluslararası çalışma, yaşları 2 ile 17 arasında değişen 286 kronik Hepatit Bhastası çocuk üzerinde yapıldı.


Hepatit B Virüsü Nasıldır?
Hepatit B virüsü üç benzersiz protein tarafından kaplanan katı bir kapsül içinde yer alan virüs DNA'sı ve enzimlerden oluşur. Bu proteinlere bazen hepatit B yüzey antijenleri adı da verilir. Son derece hassas algılama aygıtlarını kullanan araştırmacılar kan örneklerinde virüs varlığını tespit etmek için bu proteinleri kullanır.

Kapsülün içindeki virüs DNA'sı ve enzimler virüsün yaşam çekirdeğini oluşturur; virüsler bu çekirdek sayesinde yeni bedenlere bulaşabilir ve çoğalabilir.

Aşağıdaki resimde HBV partikülünün temel yapısı görülüyor. Üç Hepatit B yüzey antijeni (HBsAg) içeren dış yüzey katı nükleokapsülü çevreliyor. Nükleokapsülün içinde HBV genomik DNA ve virüs DNA polimerazı bulunur.


Sonuç olarak hepatit B virüsü, kendisini çoğaltmakta oldukça başarılıdır.
Virüs İnsanlara Nasıl Bulaşır?
Virüs, beden sıvılarının diğer insanlara temas etmesi yoluyla bulaşır. Örneğin, hepatit B virüsü genital sistem mukozalarından ve cilt yüzeyinde oluşan yaralardan geçebilir. Hepatit B virüsüne sık rastlanan bölgelerde, virüs taşıyan annelerin doğum sırasında bebeklerine virüs bulaştırdıkları gözlemlenmiştir. HBV-pozitif özelliğine sahip kadınlar ve yeni bebekler açısından bu çok önemli bir konudur. Kronik hepatit B hastalığının sık görüldüğü bölgelerde hastalığın çocuklar arasında hızla yayıldığı rapor edilmiştir.

Test edilmemiş kan örneklerinin kullanılması da enfeksiyona yol açabilmektedir.

Hepatit B virüsünün az görüldüğü bölgelerde, tanımlı risk grupları içindeki yetişkinlerde hastalığa daha fazla rastlanmaktadır. Uyuşturucu bağımlılarının kullandığı iğne ve şırıngalar ve güvenli olmayan cinsel ilişki ana bulaşma yoludur. Sağlık çalışanları da genel nüfusa oranla daha fazla risk taşır.

Ana Bulaşma Şekilleri
• Kan Nakli (Kan, Kan Ürünleri)

• Sıvılar (Kan, Sperm)

• Organ ve Doku Nakli

• Anneden Bebeğe

• Virüslü İğneler ve Şırıngalar

• Çocuktan Çocuğa
Hepatit B Virüsü Diğer Virüslere Benzer mi?
Altı farklı virüsün (hepatit A, B, C, D, E ve G) sarılığa yol açtığı belirlenmiştir. Başka virüsler de sarılığa neden olabilir ama karaciğeri hedef almaz.
Virüs Ne Gibi Zararlara Yol Açar?
Hepatit B virüsü insanların karaciğerini kullanarak hızla ürer!

Oluşan yeni virüsler karaciğer hücrelerinde yayılarak daha çok sayıda hepatit B virüsünün karaciğere zarar vermesine neden olur. Vücudun kendi bağışıklık sistemi ile verdiği reaksiyonun karaciğerde zarara yol açtığı düşünülmektedir.

Kan dolaşım sistemine giren virüs karaciğere ulaşıncaya kadar vücudun içinde dolaşır. Daha sonra kendisini karaciğer hücresine yapıştırır ve hücrenin içine girerek kendisine yer açmaya çalışır. Hücrenin içine girmeyi başardıktan sonra hücreyi adeta bir hepatit B virüsü üretim fabrikasına dönüştürerek binlerce yeni hepatit B virüsünün gelişmesine neden olur.

Vücudun bağışıklık sistemi derhal tepki vererek virüs üreten karaciğer hücrelerine saldırmaya başlar. Bu duruma hepatit veya karaciğer iltihabı adı verilir.

Karaciğer kendisini onarmaya çalışsa da, zaman içinde karaciğerdeki hücre bozulması nedeniyle zarar gören hücreler yeni ve sağlıklı hücreler yerine anormal lifli dokuya sahip hücrelerle değiştirilir. Bu süreç (fibrosis veya lif dejenerasyonu) zaman içinde siroza dönüşerek karaciğerin işlevini yerine getirememesine ve yaşamı tehdit etmesine neden olur.

İnsanların karaciğer hücrelerini hepatit B virüsü değil, anormal karaciğer hücreleri olarak algıladığı hücreleri yenilemeye çalışan vücudun bağışıklık sistemi öldürür.

Bazı durumlarda vücut bu mücadeleyi kazanabilir. Veya en azından böyle görünebilir! Bu durumda, bağışıklık sistemi karaciğerde çok fazla hasara yol açmadan önemli miktarda virüsü yok edebilir. Oysa bu kişilerde virüs tamamen yok edilmiş durumda değildir, sadece kontrol altına alınmış ve az sayıda tutulmuştur.
Karaciğerin İşlevi Nedir?
Karaciğer diğer pek çok şeyin yanı sıra vücudun vitamin ve besinleri işlemesini ve saklamasını sağlar. Aynı zamanda vücudu zararlı atık maddelerden arıtır.
Kronik Hepatit B Hastalarının Sayısı Nedir?
Dünya çapında 2 milyar (2,000,000,000) üzerinde insanın hepatit B virüsü taşıdığı sanılmaktadır, ama bu kişilerin hepsi hastalığa kronik olarak yakalanmamıştır. En az 350 milyon kişinin kronik hastalık taşıyıcısı olduğu tahmin edilmektedir. Hastalık dünyada oldukça yaygındır.
Virüsün En Sık Rastlandığı Bölgeler Nerelerdir?
Hepatit B virüsü en yaygın olarak Çin'de, Güneydoğu Asya'da ve Afrika'da görülmektedir. Virüse Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Avustralya'da da rastlanmıştır.

Avrupa'da her yıl yaklaşık 900,000 - 1 milyon kişiye hepatit B virüsü bulaşıyor, ABD'de rastlanan yıllık akut hepatit B enfeksiyonu sayısının ise 140,000 - 320,000 arasında olduğu tahmin ediliyor. Az oranda (yaklaşık % 10) kronik hepatit B gözlemleniyor.
Virüsün Bulaşması Nasıl Önlenebilir?
İnsanlar Hepatit B virüsünün bulaşma yolları konusunda bilinçlendirilebilirse bu hastalığa yakalanma riski önemli ölçüde azalır. Bu yaklaşım aşağıdaki gruplarda yer alan kişiler açısından çok önemlidir:
• Hepatit B taşıyan anne adayları
• Çok eşli cinsel yaşamı olan ve geçmişte cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanan kişiler
• Kan ve vücut sıvılarına maruz kalan sağlık çalışanları


Virüsün Yayılması Nasıl Önlenebilir?
Virüs bulaşmayan kişilere hepatit B aşısının yapılması hepatit B enfeksiyonunu önleyebilir.

Üç farklı aşıdan oluşan aşılama süreci hastaların yaklaşık %90 - 95'inde etkili olmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü 2001 yılına kadar çocuklar arasında yeni taşıyıcıların sayısını yüzde seksen oranında azaltmayı hedefliyor.

Bazı durumlarda virüs bulaştıktan hemen sonra aşı yapılarak enfeksiyon oluşması önlenebilir. Aşıdan yararlanabilecek kişiler arasında hepatit B taşıyan annelerden dünyaya gelen çocuklar, iğne batması nedeniyle hepatit B bulaşan sağlık çalışanları ve hepatit B enfeksiyonu taşıyan kişilerin cinsel partnerleri yer alıyor.
Hepatit B'ye Sebep Olan Nedir?
Bu karaciğerinizdir. Hepatit B, Hepatit B virüsü olarak bilinen bir virüs nedeniyle meydana gelir. Bu virüs karaciğeri etkileyerek işlevini bozar.
Hepatit B Virüsüne Maruz Kalmış Olabilirim. Ne Yapmalıyım?
Hepatit B virüsü alıp almadığınızı söyleyebilecek tek kişi olan doktorunuzu görmelisiniz. Kendinizi iyi hissetseniz bile hastalığı taşıyor olabilirsiniz ve tedavi görmeniz gerekebilir. Ya da hastalanmamak için aşı olmanız gerekir. Böylece, ailenize ve diğer kişilere virüsün bulaşma ihtimalini ortadan kaldırabilirsiniz.
Doktorum Hepatit B Olup Olmadığımı Nasıl Söyleyebilir?
Tanı koymak için doktor, Hepatit B virüsünü araştırmak üzere kan örneği alacaktır. Bazı durumlarda karaciğer biyopsisi de yapılabilir. Bu, doktorunuzun bir iğneyle karaciğerinizden çok küçük bir örnek alarak gerçekleştireceği bir testtir. Bu test daha çok hasta olduğunuz durumlarda gerçekleşecek bir yoldur ve bu yolla virüsün karaciğerinizde bir hasara sebep olup olmadığı anlaşılacaktır.
Doktorum Bende Hepatit B Olduğunu Söyledi. Ailemde ve Yakınlarımda Olup Olmadığını Nasıl Bilebilirim?
Bunu öğrenmenin tek yolu yine doktorunuza başvurmaktır. Bunu belirtilere bakarak anlayamazsınız, çünkü enfekte bebeklerin ve çocukların çoğu son derece iyi görünebilirler.
Hepatit B Her Zaman Kendinizi Hasta Hissetmenize Yol Açar mı?
Enfekte olan bazı kişiler kendilerini hasta hissederken, bazıları iyi hissedebilir. Bu durum, virüsü ne kadar uzun süredir taşıdığınıza ve kaç yaşında olduğunuza göre değişiklik gösterir.

Virüse ilk maruz kalan kişiler bir kaç ay içerisinde akut Hepatit B olarak bilinen hastalığa maruz kalırlar. Akut hepatit B'si olan bazı kişilerde, özellikle bebekler ve çocuklarda çoğunlukla herhangi bir enfeksiyon belirtisi görülmez. Ancak yaş ilerledikçe birkaç hafta boyunca bir dizi semptom görülebilir.
Akut Hepatit B'nin Belirtileri Nelerdir?
Kuluçka Dönemi Belirtileri:
• Grip benzeri belirtiler
• Yorgunluk hali
• Mide ağrısı
• İshal
• Deride döküntü olabilir
Tipik Belirtiler
• Gözlerin ve derinin sararması ile bilinen sarılık durumu
• Açık renk dışkı
• Koyu renk idrar gelişebilir
Akut Hepatitli hastaların bir kısmı daha sonra kendini iyi hissederek iyileşirken bir kısmında kronik taşıyıcılık ve diğer ciddi durumlar gelişebilir.
Kronik Hepatit B Nedir?
Bazı kişilerde Hepatit B virüsüne karşı doğal bağışıklığın gelişmemesi ve enfeksiyon halinin aylarca ya da yıllarca devam etmesi durumudur. Bu kişiler kronik taşıyıcılar olarak bilinirler. Bu kişiler uzun süre herhangi bir rahatsızlık hissetmezler. Bir kaç yıl sonra kendilerini hasta hissederler ve tedavide geç kalınmışsa ölebilirler. Eğer kronik Hepatit B hastasıysanız ne durumda olduğunuzu görmek ve zamanında tedavi olabilmek için zamam zaman doktorunuza kontrole gitmelisiniz.
Kronik Hepatit B'nin Belirtileri Nelerdir?
Başlangıçta akut Hepatit B'yle aynı belirtileri verebilir; yorgunluk hissi ya da mide ağrısı gibi. Ayrıca, kas ve eklem ağrıları olabilir ve kendinizi halsiz hissedebilirsiniz. Bu belirtiler birkaç hafta ya da ay sürebilir. Kronik ya da akut Hepatit B olduğunuzu ancak doktorunuz söyleyebilir. Kronik Hepatit B'si olan kişilerde siroz ve karaciğer kanseri gelişebilir. Her ikisi de öldürücü olabilir.
Kimler Aşılanmalıdır?
Hastalığın % 31 bilinmeyen bulaşma yolu dikkate alındığında;
• Tüm bebekler
• Çocuklar
• Genç erişkinler
• Sağlık personeli
• Hemodiyaliz hastaları
• Damardan ilaç kullananlar
• Hemofili hastaları
• Kendinin tehlike altında olduğunu hisseden herkes
Hangi Koşullarda Aşılanma Ertelenmelidir?
Yüksek ateşi olan ya da şiddetli soğuk algınlığı geçirenlerin, aşılama gününü sağlıkları düzelene kadar ertelemeleri önerilmektedir.
Kimlerin Aşı Olması Gereksizdir?
Hepatit B hastalığına yakalanmış olanlar, daha önce 3 doz Hepatit B aşısı yaptırmış ve uygun antikor yanıtı vermiş olanlar.
Hepatit B Hastalığına Yakalanmışsanız Ne Yapmalısınız?
• Kendinizi ve çevrenizi korumak için yara ve kesiklerinizi kapatın. Kan vermeyin.
• Diş fırçası, tıraş bıçağı, tırnak makası gibi eşyalarınızı başkaları ile paylaşmayın.
• Ellerinizi sık sık yıkayın.
• Cinsel ilişki sırasında prezervatif kullanın.
• Kan bulaşmış elbiseleri soğuk suda veya bulaşık makinesinde yıkayın.
• Yere kanınız damlamışsa kağıt havluyla silip çamaşır suyu ile temizleyin.
• Ailenizin ve yakın çevrenizin vakit geçirmeksizin test olmalarını sağlayarak eğer hastalık bulaşmamışsa hemen aşı olmalarını sağlayın.
• Aşı onları Hepatit B ve D'den şimdi ve gelecekte koruyacaktır

 

Zirve100 Toplist
Türkiyenin Tikky Sitesi Türkiyenin Tikky Sitesi